18 Aralık 2014 Perşembe

Elinin Hamuruyla...


Klavyenin tuşlarına dokunan parmaklarımın nazeninliğini seviyorum. Ekranın öte yakasındaki yüzün gülümseyen mutmain halinden anlıyorum bunu. Yazarken o hiç bir yere ait olmama duygusu iyi geliyor zamanın ağır aksak işleyişine. Hesapsızlığını seviyorum, kelimelerin şımarık bir edayla yol alışını bulduğu her aralıktan...


Bir kadının hamura dokunuşundaki şiir gibiliği de seviyorum ama. Evini dört duvar olmaktan çıkaran ruhunun harikuladeliğini sonra. Yemeğe "aşk" katan ellerin aşkı yazmaya ehliyetinin olması garip değil aslında. Ne kadar mahir olursa olsun dünyayı kurtaran Adam, mutfağın sırrına vakıf değil.

Bütün bunları düşünüyorum fırında göğsümü kabartan poğaçalara baktıkça... Ne olmuş diyorum kendi kendime gururla; şiirin konusu olmak iş değil, kendisi olmak dururken bu hayatta. Bir kadının ocaktaki yemekle yoldaşlığının hiç bir lugatta karşılığı olmayan diline vurgunum. Bu yüzden şaşırtıcı gelmiyor kelâma büyü katmakla aşa tuz katmak arasındaki sarsılmaz ortaklık.

Dudağınızın kenarındaki istihza daha da kabartıyor iştahımı. Derya içre olup da deryayı bilmek gibi bir sır bu. Fonda Sezen çalıyor her zamanki gibi ve bir kahve molası veriyorum kendime. Zihnimde kelimeler uçuşup duruyorlar hala, tıpkı şarkıdaki gibi serseri...

Bitiyor mutfak mesaisi, Sezen bitiriyor şarkısını dönüp klavyemin başına bunları yazıyorum şimdi. Bir başka güzel parmak izlerim ve hayat bu güzellik olmadan o kadar eksik ki...


1 yorum: