5 Aralık 2014 Cuma

İkimizin yerine...


"Ben sana hep üşüyordum,
 Çünkü kıştım,
 nakıştım, bakıştım...
 Seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım.
 Ve lütfen inkâr etme;
 sana en çok ben yakıştım..."


Şarkılardan geçtik peki, onların kalbimizle savaşan kıyasıyalığından da...
Peki ya dizeler?...
Dizelerden geçerek ölümsüzleşen yolcuğumuzun mesnedi ne?

Şairlerin pervasızlığından ve zamanın mişli geçmişliğinden dem vuruyorum,
ânın kaydını düşmek benim harcım değil yoksa, hiç değil...

İlk kurşunun sahibi bir kitaptı, sükûneti aldatıcıydı, ağır bir yenilgiye kucaktı.
Sanırım küçüktüm, ya da küçük olmam gereken bir yaşta, büyük düşünürdüm.
Kederli insanlar konuğum olurdu; köşede bucakta unutulmaya yüz tutmuş
kimliksiz kahramanlar...

Aralarından mutlu sonu yakıştırmadıklarımı ayırırdım;
ah benim hüzünbazlığım, başucu kitaplarımı hep onların arasından seçerdim.
Bir kitaba bir kederi yakıştırmak elzemdi, ya da ben kederi kitaplardan daha çok önemserdim.

Sonra ardı arkasına vuruldum; aşkla...
En çok da kahramanlığına soyunduklarımda kalırdı aklım.
Onlarla bir başka ünsiyet, son noktayla hitama ermeyecek bir yolculuk hâli...

Sonra şairler katıldı bu koroya, yanılmak ve yenilmek keyfe kederdi..
Şairler ve onların yalanları...
Okudukça eksilen bir şeydim ben, 
yazdıkça sinsi bir gölge peşimsıra gelirdi.
Yazmak derdim şaire inat,
kimi zaman rezilce korkuluydu.
Yüzümü ağartan kelimelerim olmasa,
hikayem kimin yarasına değerdi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder