18 Aralık 2011 Pazar

Bu Gitmeler...

Soluğum dar, uzayıp gidince gölgen
Bu gitmelerden ben vururum geceye
benim sözün ortasında kalmışlığım
Yarım ağızlığım
Kalır

17 Aralık 2011 Cumartesi

Bir Tecessüs Eskisi


Siyahtı...
Birdenbire çarptığım o düş kadar
ve senin ellerin gibi tekinsiz
bir adam
bağışlandı kalbimin dehlizlerinde

derim gün döndü ve yüzün, avuçlarımdan kayan
bir şehirdi, sokaklarında bedenimi yoklayan insan yüzleri

10 Aralık 2011 Cumartesi

Zemheri Adın

Kar... Gecenin karanlığını delen kararlılıkla geldi. Mayhoş bir meyvenin damağın dirayetine naziresi gibi...
Kar geldi ama bu defa eksik bir coşkunun tozuna bulanmıştı paçaları sanki. Birdenbire değil, mutuma şiir olsun diye hiç değil, kar gibi değil...

6 Aralık 2011 Salı

Mutlu Son

Havada güneşin nazlı soluğu, kış biraz da edalı bir işveyle saklıyor kendini bu saklambaçta.
Ipılık bir günün enerjisini içime çekmek için ne kadar da hevessizim Yarabbi. Hani şöyle bir Ya Allah diyen çıksa içimden dışıma doğru ve sürüklese beni dış kapının dış mandalına. Bir son gayret ve işte sonunda...

Ruhum aksi ya, güneşin bir bulutun arkasında bana nazire yapışına hayıflanıyorum önce. Adımlarıma ağız dolusu şükranlarımı sunuyorum ardından. Yahu altı üstü çıktın sonunda sırça sarayından, biraz kış yürüsün damarlarına, üşüsün ayaz görmemiş ruhun, üşüsün pussun.

25 Kasım 2011 Cuma

"Yağmur bırak bütün gece yağsın"

"Sonra ben tutup yağmurumu sana açtım
Bütün bu yanlışlarımı al götür
Yağmur bırak bütün gece yağsın
Sen gel denizlerimin en çocuk sevinçli olanında otur
Seni bu ışıklarının en şarkılı olanında bekleyeceğim
Ben işte tutup gözlerimi sana açtım
Elimi tut."

20 Kasım 2011 Pazar

Temize Çekmek

Caddelerin sağnak sonrası arınmış yüzüne bakıp, temize çekmek gelmiş ve geçmişi...
İşte böyle bir şey sevdanın kendini yağmurun koynuna gömüşü ve sükûneti kalbin...

25 Ekim 2011 Salı

Ezik Sevda

Nedir bu inadın? Neden bir düşe sarılıp diklenirsin hayata?
nasılsa eğeceksin başını bir rüzgâra ve nasılsa ezik bir sevdasın sonunda...

9 Ekim 2011 Pazar

Abc Dünya



Bütün kervanlar göçtü yükleri bendim
Ellerim uykuda kaldı

Sabaha bıraktığın karanfilleri aldım
Bir düşten uyanıp bir düşe uyurken
Ruhumu yumuşatan buğunla bekleyerek
Yeşil elma yer dua ederdin
Duanı aldım
Dünyadan geçişime ekledim

21 Eylül 2011 Çarşamba

Savaştığımız Günler Kendimizle/Cahit Zarifoğlu

Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu
Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim

Nasıl liman çocukları zalim
Nağra atarlar gecenin koynuna

13 Eylül 2011 Salı

Gökyüzünde son kuşun kanat sesleri…

Evlerimiz birbirinin gözlerinde hizaya sokuyor kendini. Balkonlarımızdaki hanımellerinin usturubu ta sokağın ucundan sadakat kokuyor. Sanki bin yıldır bitmemiş bir hikayenin dil perisi yazıyor yeniden ve hep yeniden hikayeleri…

Ben ne güz diyorum ne yaz yağmurlarında eğliyorum kelimelerimi kayıtsız. Ne uzak ne yakınım mevsimlerin birbirine fütursuzca değdiği o yalan sabahlara. Gün yeni fakat kendine her defasında yeniden doğma süsü vermesi koca bir yalan. Oysa sokağımın sesi içimin gümbürtülerini bastırıyor. Taze süt kokusu yatağımın en uzak köşesinden bir anıyı yakalıyor. Daldığım uyku bir uyanıklık sanrısı. Aslında biliyorum her gün olduğu gibi bugün de,  nedense hiç şaşmayan bir kararlılıkla “e” si uzatılan o sinir bozucu çağrıyla koşacağım pencereye ve basacağım…

9 Eylül 2011 Cuma

Dostluk Kâsesi


Dinle
Tüm ayrılık şarkıları eğilmiş endazesine
Bir dostun gül yüzünde
Ve sevdayı kuşanan yüreğinde
Kılmış kendini
Yaprağın benzi ve bir çocuğun nisyan gözleri

14 Ağustos 2011 Pazar

Yüzünü aradım, geçtim...

"yüzünü aradım gökyüzünde...

yüzünü aradım: sabahın tenine birer birer dağılırken işçiler; yüzünü aradım rastgele atılırken kahve önlerine iskemleler. günler siyah beyaz resimler hırçınlığında ve ben burada bir eski çağ enkazında!

kızlar, boyanıp kuşanıp kız kıza dansederken düğünlerde, yüzünü aradım, kendi olan yüzünü düğünlerde... sonra gelinler korkularını atmışlardı eşiklere; yorgunluktu sonrası işte, yüzünü aradım gelinlerde...

yüzünü aradım, geçtim...

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Birlikte Yaşamak

İlim süzgecinden damıtılmış, tecrübeyle yoğrulmuş bir sırrın bilgisine vakıf, gönlünü Yaradan’a yüzünü toprağına dönmüş insanların torunlarıydık; sesinin yankısı cılız, akla karanın kalın sınırlarında hayatı sıkboğaz etmeye ayarlı, dilini kemikten sıyırmış tahammülsüzlere ne zaman dönüştük? Ne zaman bir çift gülen göz olmayı yitirdik dost bir bakışta? Bu savurganlığımızın bizi sürüklediği yörüngede kaybettiklerimizin çetelesini tutmaktan hangi zaman diliminde vazgeçtik ve vazgeçtik kendimizden bile? Bilmiyordum.


30 Temmuz 2011 Cumartesi

Dosta Mektuplar


Dostum;
Özlemekle unutmak arasında bir yerlerde asılı kalmış gibiyim. Duyularımda bana ait olmayan, bir türlü dünyaya dair kılamadığım tuhaf şeyler var. Acının, aşkın, hüznün, mutluluğun ve bütün karışıklıkların defterini dürmüş, hayatın soframıza sunduğu her türlü sürprize peşinen amenna diyen bana bile tuhaf gelen şeyler; belki anlamsız belki geçici çokça da hikayesiz. Tam da yazmayı unuttuğum şu günlerle çakışmasını anlayamıyorum.

28 Temmuz 2011 Perşembe

Ziyan...


Gözleri sığıntı hülyalar peşinde,
 tekrar tekrar başlıyor sonunu dünden bildiği kitaba.
oku diyorum, kaldığı yerden hayattan çekiliyor.
 Anlat diyorum,
gözleri hikayenin en yalanında, pusuda...
 İnsan...
Ne kadar ziyan...

30 Haziran 2011 Perşembe

Ateş Devi ile Su Perisi

Gerçek; kendinden menkul tüm pencerelerin türküsünde yanlış...
Gerçek; sınırsız bir bağ iyiyle kötü arasında...
Gerçek; karmaşık ve uçarı bir yol hikayesi...
Gerçek; siyam sürtünüşü hayatın kollarına...
Gerçek; eğik bir dalın ucundaki kolay meyve...
Gerçek; sezmeden tabi olduğumuz sulta...
Gerçek; ruhunu tali bir emelin izine sürmüş insan...
İnsan...

21 Haziran 2011 Salı

Nasılsa Kaybederiz Yeniden


Yaz suskunluğu ve bir kadının kuşkuya kalbeden gözleri
Tüm sorulardan geriye kalan; bir eldiven, bir masa ve bir kalem
Keskin gözlerinden sıyrılıp da nasılsa oyun oynuyorlar bak
Hadi gel izlerin bittiği yerden bulalım şiiri yeniden
                                       

4 Haziran 2011 Cumartesi

Kara Hiç...


Duana çarptığım o gün ve yelkenlerinden ruhuma üflenen rüzgâr...
Yağmur sonrası toprak buhuru nefesin...

2 Haziran 2011 Perşembe

Elinin Tersi


Bütün gitmelerine alıştım, zamanı eğip bükmelerine ve kederlerden seçtiğin kadarını hayata banışına. Senin sözcüklerinden yol bulan bu sessizliğin anlamı yok artık ve benim kalabalığımın derinliğinin. Kim demiş bir iğde dalı yumuşatır baharı ve yaz kuşların mevsimidir renkli ve kedersiz.

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Mektubumda can burgusu

Canum Paresi Sultanum

Öyle nam sahibi ki sabah rüzgarı gibi merhamet artırıp saçar, öyle selam ki gönül kapan şeker dudaklıların kavuşması gibi, öyle dualar ki aşıkların avazı gibi yanık, öyle övgüler ki deruni arzuların ve kalbin meyillerinin sözleri gibi ateşi şulelendirir
( ) Benim Yusuf yüzlüm, şeker sözlüm, latif, nazenin sultanım, Allah dergahına yüzüm süpürge kılıp bir derecede niyaz ederim ki; sizi benden ömren ayırmak sözü haram olsun, mübarek yüzünüzü yine tez zamanda bana göstere Eğer denizler mürekkep, ağaçlar kalem olsa dahi bu ayrılığın açıklamasını yazabilirler mi? ( ) Benim sultanım, 'Eğer yazımı okumuş olsaydın daha çok hasretler yazardın' demişsiniz Şimdi benim sultanım, bu kadar yeter, canıma tesir ziyade oldu
(Hürrem'den Kanuni'ye...)

6 Mayıs 2011 Cuma

İsmet Özel’e Açık ve Net Mektup



(ilk ve son serzeniş olsun diye,öylesine…)

Bunu bize neden yapıyorsunuz? Aptalca serzenişler deyin, algıda sürüngenlerdensiniz deyin,
çemberin dışında kalan mutsuz çoğunluktansınız deyin...
Ne derseniz deyin ki kalbimde bir köşede yer bulsun kendine aymazlığım. Rahat bir nefes alayım, yok canımlarla dimağımı tokatlamaktan vazgeçeyim nihayet; solayım, kuruyayım, hafızamın çarkını havaya uçurayım, durayım, düşüneyim, eskisi gibi çökeyim olduğum yere. Yeter ki bana Erbain'in dehlizlerinden bir haber uçurun.

3 Mayıs 2011 Salı

Hani bahar senden bana kârdı


Çöl uzuyor, vahanın kolları saramıyor hecelerin veznini.
 O kadar ahenksiz ki herşey, o kadar hani.

 İçimden gelmiyor demiştin ya,
içime gelmiyor bir kuşun bahara ötüşü
ve sırnaşık çiçeklerin aygın kokusu durup dururken.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Fal


Bir fincan boşluğuna sinmiş gölgeler ateşe dönmüş yüzünü bekliyor. Senin kelimelerin olmadan ve sokakların ruhuna bağışlamadan ellerini hiç bir şey değişmeyecek. Ne bu uzun susmalar, ne  senin soylu bakan gözlerin.

Kaldırdın mı aşkla arandaki ayraçları? Baktın mı son kez dağların yamacında bekleşen bulutlara? Sen gözlerinden başka şahit tutmazdın umutlara ve gözlerimden başka bir masal avutmaya?...

Döndüm işte diyordu şair, döndüm işte. Bir fitillik şiirim kalmış olmalı, belki bir ağaç kavuğuna kadar nefesim.
Sen kadar ve bu kahrolası bahar kadar mevsimsizliktir ömrüm.

Ben böyle söylenip duruyorum ey Yabancı! Sen sırrını verme kuşlara...

21 Mart 2011 Pazartesi

Un ufak bir sessizlikti kalan



“İçimdeki cam kırıkları" diyordu Adam. Bir akşamüstüydü ve  birdenbire  yağmurdu. Her zaman ki gibi yağmurun sararttığı kağıtların izini sürüyordum. Hani dokunmasam kırılması imkansız bir kalbin hüznüydü varlığım. Zaten ellerim göz ucuyla bile sızsa sokakların ücralarına, bir eyvah sesine denk geliyordu yolculuk.

6 Mart 2011 Pazar

Yanılgı

     
  Eski, hatırlanamayacak kadar geçmişti gözleri... Ne zaman bir şiirin dehlizlerine dalsam hep o ilk ânın göz alıcı kelimeleriyle karşılıyor beni. Yanılgı...

Yanılgı, şairlerin tutkularına dizgin, ukdelerine ağıt gibi...
Yanılgı, kırılmış cam parçacıklarının şiirin etine umarsız batışı...
Yanılgı, gözleri fettan bir gülüşten yeni dönmüş sabah güneşi...
Yanılgı, kahreden bir el çırpış, bir büyüden havaya yayılan ağırlık...
Yanılgı; kuru bir yaprağın kendini rüzgâra bırakışı...
Yanılgı; şiirin sesi, nefesi...

İşte tüm bunların üstüne düşüyor o asma köprüden belirsizliğe kelimeler.
Belki de havada asılı kalan onlar değil,
aynadaki sûretimiz...

Senin ömrün hep böyle ahkâm kesmekle mi geçecek*


Sabah uyanır uyanmaz kahvemi elime alıp da köşelerden köşelere sörf yaptığım için, asabım zincirlerinden boşanıp tilkilerin kuyrukları birbirine değmeden kardeş kardeş mesaideyken oluyor her şey. Al kahveni yamacına, cam kenarı abone moduna uygun renkte terliklerin olsun ayağında. Şöyle puf puf, şöyle en kaygısızından. Mümkünse yağmur çiselesin, güneş nazlı bir öpücükle dokunsun alnına kaybolsun isterse, sen bu kapkaça gülümse sonra.
Radyoda neşeli bir türkü, damdan dama kıvamında. “Osman abim evde mi, evde mi?” Bir güvercin çapkın bir ötüşle katılsın bu seronomiye. Terliklerim pufidik pufidik ritm tutsun, gün böyle bir şahanelikle başlasın. Nerdeee?

5 Mart 2011 Cumartesi

Yaklaşıyor...


Başka başka yollara akan nehirler gibi,

kaybolma sakın seslenişlerinden gittikçe daha

uzağa..

En uzağa...

Her tuğlasında kelimem olan!

işte sona en yakınsın...

Bir daha aynı cümlenin binası olmayacaksın.

1 Mart 2011 Salı

Aşk, arkasına bakmadan gidenin yakasından düşendir

Gitmeseydin; dağılırdı kucağında uyuyan zaman, dağılırdı tüm doğru bildiklerim. Seni soluyan geceler kadar karanlık olurdu sevişin.
Sen,rüzgar olup saçlarıma değen…
Sen,keskin dillerim,
Sen,etle tırnak kadar gerçek,
Ve,gözlerin kadar oynak bir geçmişsin.


Kimi kandırmanın peşindesin deniz yeşili bir yalana sırtını dayayıp ta,kime dar olmanın derdindesin? Git demedim, kal demek kadar ağır bir hülyanın kapısında ağlarken usulca. Bitecek dedim, şimdi unutulacak mektupların destan yalnızlığı.Yakılacaktır elbet, zaten var olmayan bir aşkın ahengini bozan satırlar, birgün…

Ne çok ayak izin var kumsallarda, nasıl bir iştahın var senin. Dillerinden en olmadık türküler dökülüyor ellerinin. Nedense hep ellerinden süzülen bir gölge gibiyim zamanda. Kımıltısız bir sığıntıyım ve her zaman ki gibi soluğumu tutmuş kışın geçmesini bekliyorum.

Susuyorum

Bırak kalbim durdursun kendini
Seni yarıladım sandığım
Zamanların hıncını sal gitsin
Nasılsa hazan, o mahcup sevgili
Gelip koparacak resmimdeki seni

Şâirin Güncesinden

Güllerin dilinde demirden sözcükler, dağıtılan geçmişlere dair. Unutulan baharlarda yeşermiş sevdaları sürüklüyor bu dalgın hüznüyle hayat.
Hüzün bağında, acıya kalbedilmiş gül yüzlü çocukların ağıtını yakan bir şair, hep aynı şaşkınlıkla ekliyor kelimelerini acıya... Hayat yüzünü bir çapkın gülüşle gölgeliyor şairin, içli sesinde taşınan umutların kırılışına inat.

Kimliği silinmiş şiirler yakılıyor zamanın öğütülmüş kentlerinde. Dost bir yüzün delişmen ifadesinde yakaladığı umut, ölümü sarmalayan gülüşlerin aydınlığında sürüklüyor hayatı.

Acıyı aşka, aşkı bir deli okyanusa emanet ediyor gün batımlarında. Gurbet türkülerinin içli konuklarına denk düşüyor yolculuklar.
‘’büyük serüvenler,büyük yolculuklarla başlar’’diyor şair, yollara sevdalanıyorlar. Şehre dalgın bulutlardan sahipsiz yarınlar iniyor her gece. Güne kavuşmayı bekleyen her tınısı ayrılığın, telefon tellerine asılı kalıyor bir güz dalgınlığında.
 

Kalem Yarası

Bir yanım sağır, loş,karanlık...
Cevaplar atımın terkisinde yürüyorum
Yaralı bir serçe çağırdı dün akşam
Konduğum topraklarda acı ne de güzel taşınıyordu derken
Kaygılı bir yürekle
Utanarak
Korkuya yenik
Kanımı kemiren dost bir kahkaha gibi
Sırıtkan bir hüzünle
Yürüyorum.


25 Şubat 2011 Cuma

Mahşer

Gördüğüm senin cennetindi;
Sanki karanlıktı, kararlılıktı
Sondu, sonsuzdu
Bir yudum suydu
Kör kuyudan
Bildim denizin yandığını, yanıldığımı
Kandım
Âraftayım.

24 Şubat 2011 Perşembe

Hayatın Dehlizlerinde Yol Alan Şiir

Gölgemde kaybettiğim izin
Sırrını ifşa eden bir hikayede yakıyor kendini
Bir büyülü tütsü gibi içime çektiğim hayattır
Yâr ülkesini ayaza koyan
Ki hayat ta sen gibi kaybeder ritmini
Sarhoş naralarının kır saçlarında
Saatleri esriten gözlerin yok artık
Bağrına yaslanan insan yüzleri
Terketti seni

20 Şubat 2011 Pazar

Ziyaret Saati

Ben saatleri kurmaya gidiyorum diyor sıradakilere. Elinde tuhaf bir kıvraklık var ve gözlerinin bir kıyım sonrası gülücüğe esareti çekiyor dikkatimi. Karanlık sanki, kararlılıkla kelimeleri kuyudan çekip savruk bir edayla etrafa saçması bundan.

Artık daha net seçiliyor hareketleri. Gölgesinin olmayışına dair o huzursuz merakı şimdilik bir tarafa bırakıyorum. Bakırdan bir çerçevenin içinde kimbilir kaç vakittir sıramın gelmesini bekliyorum. Diğerlerindeki tevekkülden yayılan her ne ise daha da dikkat kesiliyorum olan bitene.
Bazılarının kanatları var. Gülünç geliyor ama henüz buna gülecek kadar gelmemiş sıram. Fısıltının kime ait olduğuna dönüp bakmak istemiyorum. Nasılsa bir daha olacak ve ben bu defa kanatların hışırtısından kendime pay çıkaracağım.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Dosta Mektuplar (Kayıp Kronolojiden)


Yetkin değilim, anla. Usta da değilim bir bozgunu anlatmakta. Dilinde öfke sözcükleri, benimse kalabalık bir panayır yeri kalbim. İnsanlar geçiyor yanımdan, seni tanıdım hangi köydensin ,diyorlar. İnsanlar geçiyor yanımdan ruhuma sürtünerek, örseleyerek.

Sana dönüyorum yüzümü ve alnımda bir bıçak kesiği. Gül çehrende bir umut, hani her şey güzel olacak tadında, aradığım. Ben kaç sokak sonra bitiyorum hayalin esrarına ve yüreğimdeki bitkinlik haline uykuların kapıları duvar.

Diyorum ki Dost; sadece küçücük mutların kıyısında ağlayabiliyorum ben, hayatın damarlarından akmayalı ve sığınmayalı serkeş bir umura ve daha bulanmayalı aşka ne çok zaman geçti. Senin efkarına basmayalı bir yarayı şöyle kanırta kanırta, uslanmayalı sonra.


Her sefer bir öncekinden daha kabuk bağlıyor yaram, gülüşlerimin anlamsızlığı bundan. Yaralanmak için randevulaşmıyorum hayatla. Ya da ansızın çalmıyor kapımı sükût, kocaman ve en kayıtsızından…

Bir bir kapanıyor açtığım pencereler. Dışarıda ayaz, dışarıda insanlar soğuğu kırmakta. Maharetlerine kayıtsızlığımız vuruyor bizi ya, ah o hiçbir şeye benzemeyen sızı ve hiçbir kesifsizliği acının içimizde.
Sana demeliydim ki, bir yâr bir de sen ve elinizden düşmeyen…

Göğsümde patlayan nefes kadar bile yaralı değil dünya, inan buna. Hepsi boş aslında; parmaklarımın klavyenin tuşlarına sertçe vuruşu,-eski alışkanlıktan kalma- kelimelerimin yavanlığı, alışıldık acılardan yansıyan yapışkanlık, bir kavga tadında dahi vurmayışı sevdanın, şiire çarpıp da hayata dönüşü sırların, sıradanlığın aynasındaki aksim, hepsi boş…

Eskisi gibi ağlayamamak bile kaybetmek karşısında, saygıyla…
Cennetten derilen güller değiliz biz, bahçesindeki ıtırın gölgesi düşmüyor rüyalarımıza. Hiç O’ndan akmamış hayat gürül gürül. Bir başka hayat var sancılarımızda, bir öteki…

Dostluğun kadar dardayım, sana sığınamayacak kadar darda, anla. Sen bilesin diye değil, sen fark edesin diye hiç değil, kalbini yoklayacak bir nefes olsun, söz değil ses olsun, öyle bak aynana.
Yetkin değilim dost, hayatıma. Elinden tuttuklarımdan, ardımda bıraktıklarıma; geçip giden şu kahrolası zamana has bir kararlılıkla nazar edebilseydim keşke. Çok ağır işliyor sarkaç, yoruldum ben takip edememekten, geç kalmaktan.

Geç kalmak dedim de, bir prizmadan yansıyan ah şu hayat, gözlerimizde parıltıya, düşlerimizde yanılgıya kalbeden ve bizi sürükleyen o en derin açmaza. Yoruldum artık, anlam yüklemeye kalkma yazdıklarıma da. Bu gemide uzun uzun sustum ben, sen dibine vurdukça anlamın. “Yanlış” ve “doğru”ların yarıştığı bir serüvenin her karesinden yenik çıkan bir gemici miyim ben, olsun. Yazgıma yükleyip vebalimi kaçıyor muyum kalbimin tuzaklarından?

Varsın bir türkü kadar bile yerleşik olmasın bahtım.
Her şey bu sokağa aşinalığımın yitip gittiği zamana denk düşer. Yol arkadaşlarımın gözlerinde yakaladığım o matrak ifadeden daha matrağı neydi biliyor musun? -sanki bir şiirin en hatırasız cümleleriydi hissettiklerim-Bir rüyadan vakitsiz uyandırılan huysuz çocuklar gibi insanlar, durmak için ne bekliyorlar? Susmak ve yatırmak için hayalleri çifitli sulara.

 “eteğindeki tüm taşları dökme” derdi sevdiğim,
Bir gün yeniden dönebilirsin yüzünü bir hatıraya- Bunu ben söylüyorum ki bilinsin.-
Kaybetmek  yüreğimde bir yara. Kaybetmek onursuzluğu hikayemin, gururuna vurulmuş pranga. Kaybetmek kaçınılmazı mazinin, dağınıklığım benim.

Yok ben değilim; her kapı çarpılışında ruhu örselenen ve her çarpışımda kapıyı ardında kalan. Ben gözlerinden kovulmuş bir duanın yarı yolunda bıraktım seni, sonuna kadar değilim, sonunda duran değilim, sonranda enselenen…

Dost, bir daha ses vermesem  de sana, bil ki her veda soluğumdan çalınandır, sesimden düşen.
Bu defa son hece “sen” olsun içimde, varsın ecele değsin aşınmış yolları kaderin. Kimseyle kader birliği etmişliğim de yok artık, bilmediğin…

Ben eteğimdeki tüm taşları düşlere emanet ettim, yolum kısa…
Ben, bütün yeşilleri toprağa işledim, kök saldı sevda…
Bir “karaağaç gölgesi” daha olsa, bir kez daha…
Yeniden uzağında olsam da, en yakınında…
Bir gece çalsan kapımı ansızın, ağıdına eşlik etsem,etsem…
Yastığıma yasladığın başında dursam…
Uzun uzun bassam bağrıma kahrını, sen uyurken…
Sen uyurken oldu desem, bir yağmur kanıma girdi, bir hece ikiye bölündü en olmadık zamanda, bir hatıranın yüzü epridi, bir sevdanın talihsizliği geçti kayıtlara…
Sen uyurken, yola düştüm ben, hem senden ama en çok kendimden…
Kızma bana, ayaklarım bir ton ve ruhum ah ruhum…



10 Şubat 2011 Perşembe

Hayat ! Mutluluk Borcun Birikiyor

Kaldırıp attığımız,
buruşturup anlamsızlaştırdığımız
ayrıntılarda yakalanmamış güzellikler adına…
-

Kaç zamandır oturup ta seninle şöyle dizdize, iki çift lafın belini bükmüyoruz biliyor musun? Öznesi ayarsız, heyecansız, kurgusuz , sevimsiz kısacık cümlelerle sürüyor seninle kavgamız, bu bir tesadüf mü?
-Benim dünyam tesadüflerin esaretine ihtiyaç duymaz, tüm saatlerimi bir düzen ve ahenk üzere kuruyorum. Hoş bunu sen de iyi biliyorsun ama nedense bugün beni sinsi bir planla sahaya çekme gayreti görüyorum gözlerinde. Üstelik hiç hayra alamet gelmiyor bu parıldayış.

9 Şubat 2011 Çarşamba

İlk Andan Sonra

İlk an…
Ailenin haşarı oğlan çocukları ellerindeki sapanla bir kuşu avlamaya çalışıyorlar. Terastan onları izliyorum, sanırım aklım ilk o zaman karışıyor. Zevklerin bir kuşun kanadındaki acıya denk düşen tarafını görmezden gelmenin “büyük” olmakla kurulan sarsıntısız bağı...
Dış kapıdan bir ses geliyor, hayatım boyunca bir daha eşine ancak Türk filmlerinde rastlayacağım oturaklı bir ses. Belki de çocukluk, bir kurtarıcıya gereksinim duyduğunda algısına efsanevi anlamlar yüklüyor, kim bilir.
Ulan serseriler ! Faydasız işler yapmaya utanmıyor musunuz? Hadi içeri, ders çalışmaya”
Bu Babam… Herkesi bir anda çil yavrusu gibi dağıtıveren gücüne hayran hayran bakan gözlerin sahibi ise ben. Yani O’nun en küçüğü, yumuşak karnı, şımarıklığına göz yumulması elzem olan oyuncağı, sonrasında arkadaşı, yoldaşı, uzun yürüyüşlerde sessizliğini paylaştığı sırdaşı…

5 Şubat 2011 Cumartesi

"Çocuk" tan Artakalanlara İthaftır (okunması zaruri değildir)

Çoluk çocuk nasıllar abi? İyiler çok şükür”
 “Bizim çocuklar bekliyorlar arabada, hadi bana eyvallah”
“Şu çoluk çocuğun istekleri de hiç bitmiyor hemşerim, kıvır zıvır işler
Yukarıda verilmiş tırnak içi muhabbetler tamamiyle hazır cümle kalıplarıdır, lütfen bütünlüğünü bozacak şekilde alıntılamamaya ve de çarpıtmamaya özen gösteriniz.
Zira ağır abiler ve “muhafaza” kâr kardeşlerin tehlikeli sınırlarında dolaşmaktan sonsuz haz duyabileceğim şu delilik dakikalarında, ekstra bir sapkınlığın altına imza atmak bir tür intihardır ve zamansızdır.

2 Şubat 2011 Çarşamba

"Efkâr"ına Naziredir

Hüznüne gölge,

şiirine sağanak, 

dizlerine derman olsa

kelimeler,

yine de sevgili olamaz

hicranına dizeler...

31 Ocak 2011 Pazartesi

Mahşer


Gördüğüm senin cennetindi;
Sanki karanlıktı,kararlılıktı
Sondu,sonsuzdu
Bir yudum suydu
Kör kuyudan
Bildim denizin yandığını,yanıldığımı
Kandım, âraftayım.

27 Ocak 2011 Perşembe

Uzaklara Gidelim

Uzak dedim; hayalinin kalbimde dağıttığı parçaları toplamak sen kadar...
Önce beynime doğru bir burkulma, yokluğun. Sonra tarifi yapılmamış bir yeis, gidişim.
Çok sonra anladım ki, bütün oyuncaklarını kaderin, olduğu yerde bırakıp bahçeye çıkmak ve dışarda akıp gidenin bir parçası olmak...
Ne çok unutmuşum ve ben uzun zamandır ne çok yokmuşum.
Gidelim sevdiğim, bir daha olmayan her anı için bir gül derelim.
Gidelim sevdiğim, koşar adım, pusulasız.
Aşk menziline varmadan, biz bir daha gelmeyelim.
Gidelim... Eskisin içimizdeki öfke, gereksiz huzursuzluklar, hak edilmemiş bu mutsuzluk...
Hepsi ama hepsi için kaderden özür dileyelim ve...
Çekip gidelim işte. Nasıl duruyorsa üstümüzde öyle...
Yol uzun, çöl kızgın, çorak dört bir yanım.
Gölgem kalır mısın?