6 Mart 2011 Pazar

Senin ömrün hep böyle ahkâm kesmekle mi geçecek*


Sabah uyanır uyanmaz kahvemi elime alıp da köşelerden köşelere sörf yaptığım için, asabım zincirlerinden boşanıp tilkilerin kuyrukları birbirine değmeden kardeş kardeş mesaideyken oluyor her şey. Al kahveni yamacına, cam kenarı abone moduna uygun renkte terliklerin olsun ayağında. Şöyle puf puf, şöyle en kaygısızından. Mümkünse yağmur çiselesin, güneş nazlı bir öpücükle dokunsun alnına kaybolsun isterse, sen bu kapkaça gülümse sonra.
Radyoda neşeli bir türkü, damdan dama kıvamında. “Osman abim evde mi, evde mi?” Bir güvercin çapkın bir ötüşle katılsın bu seronomiye. Terliklerim pufidik pufidik ritm tutsun, gün böyle bir şahanelikle başlasın. Nerdeee?

İlla gündem denen illetin pençelerinde heba edilecek güzelim sabah ve ayağımda kazuletten bozma ceyo terliklerimle rap rap oturacağım karşısına bilgisayarın. Gözlüklerimin camından yansıyan gülmeyen adam-niye adam?... Hay Allah geldiler yine- figüründen kuşlar kaçacak gök arayacak, kahvenin telvesi son idamlık yudumun ucunda askıda, geceden kalma bütün ritimsiz seslerin şevki tam kıvamında.

Röportaj kaçkını, hayat röntgencisi, “öteki” sarmalcısı bir kadın… Yine bir sabah beyninin kıvrımlarından yol alan şahane ! bir fikirle uyanmış olmalı ki, dehasından fışkıran her zerre havada kapılmak için fırsat kollanmaktadır.
Kendimi böyle kahvenin telvesine dik dik bakarken yakalamam ilk değil elbette. Kötü olan bunun bilgisine vakıf olmam değil mi zaten? Birazdan içimin denizleri bir fırtınaya, oradan da en yakın ıssız adaya kapılanacak. Sarı saçlarından tamemen lepiska komşumun sorumlu olduğu “şuh” bir hatun mu sebep oluyor tüm bunlara? Yalan… Külliyen… Hem şuhluk istidadı hem de tepemde gezinip duran bu sinir bozucu kelebekler…

Yok bir de yüzündeki sırıtık ifadenin benim yüzümdeki kırışıklıklarla ne münasebetliğine köpürdüğüm bir tahttan düşmüş abi de var. Hani nehir kenarından bîlütuf kalkarak, bizim mahallenin çocuklarıyla toplaşan…Onun o baş parmağının oynak ekleminin bir lanetli düğmeye olan düşkünlüğünü bilmeyenimiz yok artık.

Sırlar ifşaattan sonra ne kadar da sevimsiz bir hal alıyorlar Yarabbi. Amca “kızlı erkekli bir grup genç”le toplaşıp yemek yiyiyor. Ordan burdan sohbet ediyorlar, e ne var bunda? O “grup genç” diyalog kaldırımının son köşe taşları sonuçta, basıla basıla ruhumuzda iz bırakan. Sonra bilindik kronoloji, o “Şuh” hatun- hay gözlere kezzap- bir sabah cin bir fikirle uyanıyor ve topluyor “bizim mahalle” nin avanelerini. Başlıyor kaçkın tadında kahvemden ari koyu bir sohbet, onunla, bununla şununla…

Sıfatları aklımda kalıyor tek, geldikleri mahallenin yitirilmiş rayihası belki. Ha bir de bir karanlığın yıldönümüne armağan diye tarihe eklenti fotoğraflar. Ne tesadüf, bir de şu bizim abla.

Hani gözlerinden ateşler fışkırırken, mangalın küllerine yazık eden, asabi rüya zararlısı…

Demek sır “şuh” hatunun şefkatli kollarında. İlahi, “doksandokuzluk tespih” de çekermiş… Çek çeeek…

“Gazetelere geçsin diye 

Adımız yalvar yakar olduktan sonra

Elimize ne geçti, elimize ne geçti”

Çaprazlama hayretimin ve kazulet terliklerimin ağırlığınca taş bana.

Ben bir hatun, bir sade vatandaş yönetmen eskisi ve bir de asabiyeti çapraz sorgularda törpülenmiş sinirler edindim kendime efendim. Çalıp çalıp oynarım gündemden pufidik terliklerime düşer düşmez. Siz ne yaparsınız, onu bilemem. Okuyun tabi, yalnız kazuletten bozma terlikleriniz ayağınızda olsun. Sonrası mı? Uzun bir hadi ordaaan narasıdır ki, geçmiş ola…

“Ben bir Ninja kaplumbağayım” Dokunmayın hicranıma…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder