Yetkin değilim, anla. Usta da değilim bir bozgunu anlatmakta. Dilinde öfke sözcükleri, benimse kalabalık bir panayır yeri kalbim. İnsanlar geçiyor yanımdan, seni tanıdım hangi köydensin ,diyorlar. İnsanlar geçiyor yanımdan ruhuma sürtünerek, örseleyerek.
Sana dönüyorum yüzümü ve alnımda bir bıçak kesiği. Gül çehrende bir umut, hani her şey güzel olacak tadında, aradığım. Ben kaç sokak sonra bitiyorum hayalin esrarına ve yüreğimdeki bitkinlik haline uykuların kapıları duvar.
Diyorum ki Dost; sadece küçücük mutların kıyısında ağlayabiliyorum ben, hayatın damarlarından akmayalı ve sığınmayalı serkeş bir umura ve daha bulanmayalı aşka ne çok zaman geçti. Senin efkarına basmayalı bir yarayı şöyle kanırta kanırta, uslanmayalı sonra.
Her sefer bir öncekinden daha kabuk bağlıyor yaram, gülüşlerimin anlamsızlığı bundan. Yaralanmak için randevulaşmıyorum hayatla. Ya da ansızın çalmıyor kapımı sükût, kocaman ve en kayıtsızından…
Bir bir kapanıyor açtığım pencereler. Dışarıda ayaz, dışarıda insanlar soğuğu kırmakta. Maharetlerine kayıtsızlığımız vuruyor bizi ya, ah o hiçbir şeye benzemeyen sızı ve hiçbir kesifsizliği acının içimizde.
Sana demeliydim ki, bir yâr bir de sen ve elinizden düşmeyen…
Göğsümde patlayan nefes kadar bile yaralı değil dünya, inan buna. Hepsi boş aslında; parmaklarımın klavyenin tuşlarına sertçe vuruşu,-eski alışkanlıktan kalma- kelimelerimin yavanlığı, alışıldık acılardan yansıyan yapışkanlık, bir kavga tadında dahi vurmayışı sevdanın, şiire çarpıp da hayata dönüşü sırların, sıradanlığın aynasındaki aksim, hepsi boş…
Eskisi gibi ağlayamamak bile kaybetmek karşısında, saygıyla…
Cennetten derilen güller değiliz biz, bahçesindeki ıtırın gölgesi düşmüyor rüyalarımıza. Hiç O’ndan akmamış hayat gürül gürül. Bir başka hayat var sancılarımızda, bir öteki…
Dostluğun kadar dardayım, sana sığınamayacak kadar darda, anla. Sen bilesin diye değil, sen fark edesin diye hiç değil, kalbini yoklayacak bir nefes olsun, söz değil ses olsun, öyle bak aynana.
Yetkin değilim dost, hayatıma. Elinden tuttuklarımdan, ardımda bıraktıklarıma; geçip giden şu kahrolası zamana has bir kararlılıkla nazar edebilseydim keşke. Çok ağır işliyor sarkaç, yoruldum ben takip edememekten, geç kalmaktan.
Geç kalmak dedim de, bir prizmadan yansıyan ah şu hayat, gözlerimizde parıltıya, düşlerimizde yanılgıya kalbeden ve bizi sürükleyen o en derin açmaza. Yoruldum artık, anlam yüklemeye kalkma yazdıklarıma da. Bu gemide uzun uzun sustum ben, sen dibine vurdukça anlamın. “Yanlış” ve “doğru”ların yarıştığı bir serüvenin her karesinden yenik çıkan bir gemici miyim ben, olsun. Yazgıma yükleyip vebalimi kaçıyor muyum kalbimin tuzaklarından?
Varsın bir türkü kadar bile yerleşik olmasın bahtım.
Her şey bu sokağa aşinalığımın yitip gittiği zamana denk düşer. Yol arkadaşlarımın gözlerinde yakaladığım o matrak ifadeden daha matrağı neydi biliyor musun? -sanki bir şiirin en hatırasız cümleleriydi hissettiklerim-Bir rüyadan vakitsiz uyandırılan huysuz çocuklar gibi insanlar, durmak için ne bekliyorlar? Susmak ve yatırmak için hayalleri çifitli sulara.
“eteğindeki tüm taşları dökme” derdi sevdiğim,
Bir gün yeniden dönebilirsin yüzünü bir hatıraya- Bunu ben söylüyorum ki bilinsin.-
Kaybetmek yüreğimde bir yara. Kaybetmek onursuzluğu hikayemin, gururuna vurulmuş pranga. Kaybetmek kaçınılmazı mazinin, dağınıklığım benim.
Yok ben değilim; her kapı çarpılışında ruhu örselenen ve her çarpışımda kapıyı ardında kalan. Ben gözlerinden kovulmuş bir duanın yarı yolunda bıraktım seni, sonuna kadar değilim, sonunda duran değilim, sonranda enselenen…
Dost, bir daha ses vermesem de sana, bil ki her veda soluğumdan çalınandır, sesimden düşen.
Bu defa son hece “sen” olsun içimde, varsın ecele değsin aşınmış yolları kaderin. Kimseyle kader birliği etmişliğim de yok artık, bilmediğin…
Ben eteğimdeki tüm taşları düşlere emanet ettim, yolum kısa…
Ben, bütün yeşilleri toprağa işledim, kök saldı sevda…
Bir “karaağaç gölgesi” daha olsa, bir kez daha…
Yeniden uzağında olsam da, en yakınında…
Bir gece çalsan kapımı ansızın, ağıdına eşlik etsem,etsem…
Yastığıma yasladığın başında dursam…
Uzun uzun bassam bağrıma kahrını, sen uyurken…
Sen uyurken oldu desem, bir yağmur kanıma girdi, bir hece ikiye bölündü en olmadık zamanda, bir hatıranın yüzü epridi, bir sevdanın talihsizliği geçti kayıtlara…
Sen uyurken, yola düştüm ben, hem senden ama en çok kendimden…
Kızma bana, ayaklarım bir ton ve ruhum ah ruhum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder