30 Haziran 2011 Perşembe

Ateş Devi ile Su Perisi

Gerçek; kendinden menkul tüm pencerelerin türküsünde yanlış...
Gerçek; sınırsız bir bağ iyiyle kötü arasında...
Gerçek; karmaşık ve uçarı bir yol hikayesi...
Gerçek; siyam sürtünüşü hayatın kollarına...
Gerçek; eğik bir dalın ucundaki kolay meyve...
Gerçek; sezmeden tabi olduğumuz sulta...
Gerçek; ruhunu tali bir emelin izine sürmüş insan...
İnsan...

Etrafımıza bakınıyoruz, tanıdık bir sima veya bildik bir ses ki muhakkak geçen zamanın bir diliminde takılıvermiştir aşinalığın oltasına. Başka bir ihtimal yok, hecelerinden önce gölgesi düşmüş olmalı sokağımıza.

Sokağımız, mahallemizden bize dair anılar aparttığı vefalı dost. Çocuklar gülümseyerek yanımızdan geçiyor, muziplikleri o kadar yakışıyor ki sokağın rengine. Ne sen amca olmak kadarını öfkeye paslıyorsun, ne de ben teyzeliğin terfi merdivenlerinde tökezliyorum. Öyle düş tadında ki bu uzun yürüyüş, biz gittikçe sokak uzuyor, uzuyor.

Senin dudakların kıpırdıyor, kimi havada asılı kalıyor sözcüklerinin. Yarım asrı devirmiş tulumbacı amca- sahi hep amca olmayı nasıl beceriyor?- arabasının albenisinden emin gerine gerine geçiyor yanımızdan. “En tatlısı” sözcüklerinin boşluğunu dolduruyor ve  uzayan sokakta kayboluyor nihayet.

Bu sokaktaki tüm sesler dinlemeye doyamadığım hikayelerinle seni anlatıyor sanki. “Efrasiyap” gözlerini dikmiş camdan bakıyor, yanında hep bir yere yetişmeye azimli yol arkadaşları var. Ben gözlerimi anlattığın hikayenin kaldırımdaki aksine dikiyorum, gördüklerim yetiyor hayatı bahara serdetmeye.

Mahallenin falcı teyzesi geçiyor yanımızdan, hep yaptığımız gibi durup bugün hangi genç kızın hülyalarına telve akıttığını soruyoruz, gülümsüyor. Belli ki bugün mürüvvetin kolları münbit, biz de hülyalı bir pınar gibi çağıldayan sese ayak uyduruyoruz ve kızlar kapılardan usulca hayallere sızıyor.

Bak diyorsun, zamanında buralar zalim bir ateş devinin hükümranlık sürdüğü küçük bir kasabaymış. Ateş devinin bir tek zaafı varmış; ne zaman güzel gözlü bir su perisi görse ateşinin feri söner ve zindanından bir kuşu azad edermiş. Su perisi ateş krallığının ruhunu efsunlar ve gözlerini çeşme güzeline emanet edip kaybolurmuş uzayan sokakta.

Amca! Senin dev yine patlatmış topumuzu ya…”
Çocuklar efsanelerden neşe devşirmekte ne kadar da mahirler. Her zamanki gibi hikayenin kalanına dair umudum bir başka bahara kalıyor. Ah! Diye ünlüyorsun sahte bir hüzünle “ah!”
Sokak uzadıkça uzuyor ne güzel  ama zaman o kadar da cömert değil işte.” İşte bahçe duvarı ve o küçük nazlı  kırlangıcın seni her gün aynı coşkuyla karşılayışı. Rüzgâr olup o kuşun kanadına konmayı ve onunla birlikte bu törene katılmayı diliyorum gizlice.  Ya hikaye?” diyecek oluyorum, yutkunuyorum.

Su perisi evimin kapısında durmuş, senin gözlerinden sonrasını düşlüyor. Ateş devinin karşı kapıdaki gölgesinden anladığım yolculuk yakın, düş soluk…

Gökyüzünde son kuşun kanat sesleri…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder