Ben saatleri kurmaya gidiyorum diyor sıradakilere. Elinde tuhaf bir kıvraklık var ve gözlerinin bir kıyım sonrası gülücüğe esareti çekiyor dikkatimi. Karanlık sanki, kararlılıkla kelimeleri kuyudan çekip savruk bir edayla etrafa saçması bundan.
Artık daha net seçiliyor hareketleri. Gölgesinin olmayışına dair o huzursuz merakı şimdilik bir tarafa bırakıyorum. Bakırdan bir çerçevenin içinde kimbilir kaç vakittir sıramın gelmesini bekliyorum. Diğerlerindeki tevekkülden yayılan her ne ise daha da dikkat kesiliyorum olan bitene.
Bazılarının kanatları var. Gülünç geliyor ama henüz buna gülecek kadar gelmemiş sıram. Fısıltının kime ait olduğuna dönüp bakmak istemiyorum. Nasılsa bir daha olacak ve ben bu defa kanatların hışırtısından kendime pay çıkaracağım.
Bir adım… Hareket iyi geliyor sanki. İlerleyenlerin eksiklerini çerçevenin dışına adım atmaya hak kazananlar tamamlıyor. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamaya çalışmıyorum, uzun zamandır hatırlamak çocukça geliyor sanki. Bir yemişin kabuğundaki gizli merak kurcalıyor zihnimi.
Sanırım sıranın ilerlediğine dair bir fısıltıya refleksim beni daldığım hayalden uyandırıyor. Tuhaf… dışımda akan şeyin bilgisi bu çemberin içinde. Ne çıkmak istiyorum ne de sıranın bana gelmesine dair bir hevesim var. Boşluk hissi ilk bu kadar nefesimi delmiyor. Gidenlerin yüzü ifadesiz. Zaten ölçmeye de çabam yok. Bu kımıltısızlık iyi, bir de kanatların boşluğu olmasa. Bütün ahengi onlar bozuyor diyorum, bu kez fısıltının sahibi benim.
Kimse dönüp bakmıyor. Ben şaşırmıyorum. Sıra bozulmuyor. Adım adım…
Küçük bir pencere… Elimde daha önce varlığını fark etmediğim bir yaprak var, sanki bir takvimden koparılmış. Uzat demiyorlar, uzatıyorum. O anda fark ediyorum ki aslında söylenenlerin hiçbiri duyduklarım değil.
Sahi... O ne zaman çıkıyor çerçeveden?... Bilmiyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder