30 Mayıs 2020 Cumartesi

“Kırık Âbide”



“Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.”


Bir buna bir de, annemin 15 yaşındaki kızımın ergen ‘atar’larını ya da iş becerisi konusundaki ‘yetersizliği’ni gördüğünde tekrarladığı ‘senin yaşındayken çocuğum vardı’ çıkışlarına hastayım. 80 yaşındaki eski toprağa oturup ‘çağ’larla ilgili itirazlar geliştirmek çok da faydalı olmuyor. Çünkü beynindeki taşları yerinden oynatacak hiç bir gerekçeye tahammülü yok artık. Fasid bir çemberde ‘dön baba dön’ her defasında, artık denemiyorum bu yüzden. 

Fakat, ‘fetih’ güzellemesinin sathîliğine itirazım bâkî. İstanbul’u fethedene kadar geçen sürede nasıl bir Fatih var karşımızda? Sarayın bahçesinde aylaklık edip, cariyelerle günün gün eden bir genç tasavvur edebilir miyiz? Ya da alelâde bir gencin, hasbelkader kazanılmış bir büyük zafere adını yazdırdığını? 

İmkânsız...


Canını dişine takmış, 20’li yaşlara bir asırlık birikim, bilgi ve estetik sığdırmış ve sonunda emeğine karşılık gelen bir zaferle taçlandırılmış. 


Fatih şimdi yaşasaydı ne derdi bize? Şöyle fethettiği güzelim şehri adımlarken bulsaydık O’nu meselâ? Çekirdek çitlerken attığımız ‘Ayasofya ibadete açılsın’ sloganlarımızı işitseydi? ‘Bizanstan beter’ hâlimize ve katlettiğimiz şehrine bakıp ne derdi? 

Hadi bir kılçıklık daha yapayım. Ayasofya’nın stratejik ve tarihsel misyonuna kafam basmaz. Fakat her nedense kiliseden bozma camilerde ibadet etmekten haz duymuyorum. İnşa edildiği niyet ve ruhu yansıtıyor sanki, içlerine her girdiğimde huzursuz bir tını...


Amaan boş boş konuşma nur, ne diyorduk?

Hah: “Yürü hâlâ ne diye kendinle savaştasın ?”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder