17 Mayıs 2020 Pazar

Neydi Oruç?


Oruç neydi?...
Anlamaktı değil mi açın halinden? Nefis terbiyesiydi hani, sadece O istediği için uzak durmaktı nimetten. Arınmaktı; kirden, pastan, tortudan...
Uykusu bile ibadet olan şahâne bir fırsattı güya. Kalbi parlatmaktı, kurumuş dudakların tevekkülüydü oruç, aczin aynasında kulluğu hatırlamaktı. 
Hadi canım sende...
Sıcak ekmek kuyruğunda saatlerce bekleyen ayakların hesabını kim tutacak? Ya iştahla beklemek sayısız nimetle döşenmiş iftar sofralarını? Duaya kıpırdayan dudaklar mı sanırsınız, ‘bugün hangi lezzetlere kulaç atsam?’ nîdâlarını? Midenin hıncını en yakınındakine çemkirmekten çıkaran ‘akıl’a ne demeli? 

-Fesatsın Nur, kalbin kötü senin. Teşhis: Kısmî körlük başlangıcı, kötücüllük. Tedavi: Tecrit. 
-Nur: Ceza mı bu şimdi? Ben olsam kendimi kendimden tecrit ederdim. Yoksa inzivada da bulurum bir yolunu rahatsız etmenin. 

Kimden duyduğumu hatırlamıyorum ama sevdiğim bir söz: Millet olarak söylemeyi değil söylenmeyi seviyoruz.
Ek:Söylemekten yorulduğumuzda da söylenmeyi seçiyoruz, kederden gebermemek için. Ben bazen karıştıyorum sırayı, direk söylenmekle başlıyorum güne. Çiçek kokularını evinin içine enjekte eden meltem’e hürmeten sus bari. 

Mevsimlerden nevbahar, çiçeklerden iğde, kuşlardan serçe, günlerden pazar. 
-Sal kendini artık rüzgâra, ‘güneşe çıkarsınlar’ huzursuz ruhunu. 
Ya da...
-İyisi mi Uyu sen uyu, iftara kadar bari günü kurtar.  

Nur: Olmaz! Kalkıp pide yapmam ve iftara yarım saat kala fırına atmam lâzım. Ya soğursa güzelim pideler, Orucum fesada girer sonra. 

21 yorum:

  1. Ama resimdeki pidenin kokusu da taa buralara kadar geliyor:)

    YanıtlaSil
  2. "Duaya kıpırdayan dudaklar mı sanırsınız, ‘bugün hangi lezzetlere kulaç atsam?’ nîdâlarını?"
    Diyalektik Aykırılık, shf 34. Sobe Yayınları, Dersaâdet, 2022.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yalnız bir dakika! Sobe çocuk kitapları yayımlayan Yayınevi değil miydi? Subliminal mesaj mı var?:)

      Sil
    2. Böyle bir yayınevinin varlığından haberdar değildim, var mı yok mu diye kontrol etmek de aklıma gelmedi işin açıkçası. Tamamen tevâfuk. Nasıl bir subliminal mesaj olabilir ki, kitap adı ile çocuk yayınlarını birlikte düşünemiyorum bile. Velev ki öyle bile olsa, belki yayınevi yayın politikasını değiştirecek aykırılık olsun diye, kimbilir?

      Sil
    3. Sobe ile kitap adı arasında güzel uyum olurmuş, kimbilir evet:)

      Sil
    4. Aykırılığı sobeliyor belki:)

      Sil
    5. Ses dalgalarının boşlukta kayıp olup olmadığı, yayılan dalgaların başkalarının fikirlerinin oluşumuna ilham olup olamayacağı üzerinde düşünüyordum buünlerde. Konuyla alâkalı araştırmalar yaparken sesin şifa ya da maraz kaynağı olabileceğine dair iddialar buldum. Mesela sürekli bir trafik uğultusu ya da bir makina sesi insanda uzun vadeli marazlar doğurabilir. Ya da süregelen bir yağmur sesi, denizdeki dalgaların sahile vurması ile oluşan sesler şifa kaynağı olabilir mi? Hastalara Kur'an okunmasındaki hikmetlerden birisi de İlâhi Kelâmın ses olarak insan ruhuna ve bedenine şifa oluşturması olabilir mi? Aykırı bir kafadan fikir yardımı alsak?

      Sil
    6. Edirne Sultan II. Bayezid Külliyesi’ndeki şifâ hastanesinde vardı. Atalarımız çoktan bulmuş o fikirleri. havuzlardan yayılan fıskiyeli su sesi ile hastalar tedavi edilirmiş. Ben de darlandığımda kendimi oraya atardım meselâ:)
      O şifâhânenin bahçesinde aldığım huzur nâdirattandır. Ki çağ akıl hastalarına ucûbe muamelesi yaparken.

      Sil
    7. Yaşlandıkça hafızam zayıflıyor demek ki:) Bahsettiğiniz su sesi ile tedâvi olayından lisedeki tarih hocamız bahsetmişti oysa ki. Amerika'yı yeniden keşfetmeye H3acet yok anlaşılan.

      Sil
  3. Yalnız tarihi görene kadar espiriyi anlayamamam:)
    Disipline edebilsem bu serseri ruhumu, bir proje üstünde oturup çalışmam lâzım. Ama o ‘lâzım’ var ya? Fobi fobi:)

    YanıtlaSil
  4. Herşeyin arkasından gerçekten planlanmış yapılanma mı var, yoksa millet toptan komplo teorisyeni mi oldu? Bir su sesi videosunun altına yazılan uzunca bir yazının bir kısmını alıntıladım:
    "Her şey “Standard Tuning” dediğimiz müziğin A=440 Hz’e sabitlenmesi ile başladı. Bunu yapan ise müziği askeri anlamda ticarileştiren Rockefeller Grubu. Müzik endüstrisinin bu standart frekans ile tekelleşmesi, kitleleri sürü psikolojisi altında tutmanın, insanları asabiyete, kedere sürüklemenin, psikososyal kışkırtmalara açık hale getirmenin zeminini hazırlamış ve bunlar sonucunda artan hastalık oranları ve mali krizler sayesinde de Gruba üye ticari şirketlerin kâr elde etmesinin etkili yollarından biri olmuştur.
    Alternatif müzik frekansı olan A=444 Hz (C=528 Hz) ise bastırıldı. Bastırılan bu frekans, yani “iyi titreşimler” ise her türlü hastalığı ve stresi iyileştirebilecek güçtedir. Ama ne yazık ki önce sansürlenmiş, daha sonra ise standartlar değiştirilerek unutturulmaya çalışılmıştır.
    Titreşimler tüm hayatımızı etkiler. Özellikle de hücrelerimiz iyileşmek ve yenilenmek için düzenli titreşim halinde olmak durumundadır. Titreşimlerin gücüyle “karanlık” ya da “aydınlık” tarafa geçmek mümkündür. Suya güzel şeyler söyleyince moleküllerinin güzelleştiğini hepimiz biliyoruz. Bedenlerimizin %80’ine yakını sudan ibarettir ve su, süper-iletken sıvı kristal bir yapıya sahiptir."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kesinlikle katılıyorum. Dizilerde arka fonda sürekli çalan müzik meselâ. Bilinç altına oynanmıyorsa neden?

      Sil
    2. Bir de ses dalgalarıyla zihin kontrolü olayı var ki, bütün komplo teorilerine fark atar. Bunun yol açacağı dehşetli tabloyu düşünsenize. Artık bir mahremiyet alanınız olmamasını geçtim, irade denen insanı ayırıcı vasıf, tümüyle yok oluyor. Bir masumu bir katile dönüştürebilir ve kaos oluşturup onu isteğiniz gibi derinleştirebilirsiniz. Ürkütücü, korkutucu, felç edici...
      Bir animasyon filminden unutamadığım bir sahne vardı.(filmin adını hatırlayamadım ama hayvanlar alemindendi.) İnşa ettikleri devasa yapılarla doğa ve içindeki canlıları tehdit eden insan cinsiyle ilk defa karşılaşan hayvanlar, ormandaki arkadaşlarına durumu şöyle anlatıyordu: “Bazı canlılar gelmiş toprağı kazıp yok ediyorlar, bozuyorlar ve kendilerine ‘insan’ diyorlar.” Bir tek cümle durumu ne güzel özetliyor, başka canlıların penceresinden. Doğanın bir dili var aslında, kulaklarımız bunu duymaya yetenekli değil. Eğer imdat çığlıklarını duyabilseydik doğanın öfke nöbetlerini öngörebilir ve onu paylaştığımız her canlının en az bizim kadar hayat hakkı olduğunu fark edebilirdik. Soma faciası öncesi hayatım boyu unutamayacağım bir ‘maden belgeseli’ izlemiştim. Soma’da bilge bir maden şefiyle derinlere inen spiker soruyor: Yaptığınız işten korkmuyor musunuz?
      Madenci Şefi: Korkmaz mıyız? Biz toprağın kalbini oyuyoruz. Birgün elbet o da dönüp bizden intikamını alacak.
      Bu röportajın üstünden çok geçmeden Soma faciası oldu ve o Madenci Şefi’de göçük altında kaldı. İnsanın Kabil telaşı sürdükçe Hâbil’e yaslanması onu kurtarmayacak. En büyük intikam sahibinin saati tıkır tıkır işlemekte...

      Sil
    3. Peki en büyük İntikam Sahibi tabiatı nimetlerinden faydalansın diye insanın hizmetine sunmamış mıdır? Mesela petrol nimetini yer altında tutan el-Müntakim, bununla insanların onu keşfetmesini ve kullanmasını bekleyip sonra onlardan intikam almak için mühlet mi vermektedir? Buna elektriği, ateşi, ve insanlar tarafından sadece nasıl kullanılabileceği keşf olunan diğer nimetleri de ilâve edebiliriz. Aksi er-Rahman’ın sonsuz mü’min, müşrik ve kâfir ayırmadan gösterdiği rahmetine ters değil midir? Rabb’imiz bu ni’metleri (yer altındaki maden ve mineralleri) kullarına tuzak olarak mı vermiştir?

      Sil
    4. Tuzak olarak değil, imtihan olarak. Ateşle insanı buluşturan Akıl, onu kullanma şeklini ‘gözetme’
      bilinciyle de yaratmıştır. Neyi keşfetmemizi sağlamış ve kullanımımıza sunmuşsa onun bir kullanma kılavuzu elbette vardır. onu dünyayı yok etmeye ayarlı bir barbarlıkla kullanıyorsa bedelini göze almalıdır. Siz şimdi dağın kalbini oymadan kömür nasıl çıksın? Diyeceksiniz. Bilemem, teknik konulara kafam çalışmaz. Ama dağın ‘kalbini’ oyan o Madenci bilebilirdi belki, O da göçük altında kaldı.
      Petrol dediniz, aklıma onları yönetenler geldi. Hay olmaz olsaydı diyesim var.
      Ki ağaç dikmeyi öğreten Akıl da aynı, ağaç kesip gökdelenler dikmeyi öğreten de. İkisi de aynı kökten ama biri rahmet diğeri külfet...

      Sil
  5. Ni'metlerin kullanımının nasıl yönetildiği ontolojik değil, epistomolojik bir tartışma konusu. Aslolan nimetlerin bize sunulmuş olması ve er-Rahman sıfatının tecellisi. Böyle kullanılacaksa ni'met olmaz olsun demektense, onun kadrini kıymetini bilip âdâbına göre kullanmayı öğrenmek değil midir bizim vazifemiz? Yoksa 'dikenli Tanrı' târifine doğru kulaç açmaz mıyız Didem Madak gibi ya da Füruğ gibi? Evet Allah el-Müntakim'dir, ama aynı zamanda er-Rahman'dır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gözetme bilinci derken kastım zaten ‘âdâbına göre kullanmayı öğrenmek’ti. Rahman’dır verir, eğer ‘insan’ gibi kullanma metotları geliştiremez ve yeryüzünde sadece biz varmışız da bizden sonrası tufanmış gibi kullanmaya yeltenirsek bedelini de ödetir. O’nun adaleti yarattığı her şeyedir çünkü.

      Sil
  6. el-Hak doğrudur. Lâkin ben adaletinden daha çok rahmetine sığınırım, çünkü adaletinin beni de yakacağını çok iyi bilirim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz de ben de kendimizi bunun dışında tutamayız ki. Elimizle yapmasak sessizliğimiz ve kaybedecek şeylerimiz olduğundan. Bile isteye kötülük ve bozgunculuk yapmak... Rabbim esirgesin bundan.

      Sil