4 Mayıs 2020 Pazartesi

Amman be Leylâ


‘Fuzûlî’nin aşka yaptığı fenalıklar’ demiştim vakt-i zamanında. Hâlâ da aynı noktadayım. Beşerî aşk ile ilâhî aşk arasında ilinti kurmaya çalışanlar, beşerî aşkı ilâhî aşka giden yolda basamak olarak görenler her zaman bu efsaneyi referans aldılar. Neydi hikâye? Kâys Leylâ’sını bulur, O’na vurulur, aşkından çöllere düşer, derbeder olur, adı Mecnûn’a çıkar böylelikle.(Kabaca anlatıyorum, mazûr görülsün.)

Sonra çöllerde bir başına dönenir durur. Yarası boyut değiştirmiş, içindeki yangın beşerî kaynaklarla söndürülemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Sözün özü bu arayış ve çaba O’na ilahî aşkın kapılarını açar. Kâlp ancak bu nihaî sonuçla sükûna kavuşur. Buraya kadar sorun var mı? Yok tabi ki. İnsan evlâdının Yaradan’a dönmüş olan yüzünde huzur ve dünyanın hazineleri biraraya gelse ikna olmayacağı bir mutluluk...

Hikâyenin Mecnûn kanadı böyle. Gelelim Leylâ’ya. Kavuşamadığı sevdiğinin O’nun sevdâsından çöllere düşüp Mecnûn’a döndüğünü duyan Leylâcık her şeyi göze alır ve çölde Onu aramaya çıkar. Karşısına geçer ve ‘ben geldim’ der, ‘uğruna dünyaya sığamadığın sevdiceğin geldi.’
Oysa Mecnûn çoktan kopmuştur dünyadan, Leylâ’sını bile tanıyamaz vaziyettedir. Hepimizi dumûra uğratan o cevabı verir: ‘Leylâ benim içimdedir, sen kimsin?’
Eril dil hikâyenin bütününü aydınlatmış olmanın verdiği huzurla sükùna erer. Efsane kendini aşar ve Fuzulî’nin dilinden dökülen beyitler sayısız hikâyeciye ilhâm olur-malzeme mi deseydim?!-

Peki Leylâ? Ne olmuş cânım Leylâcığa, döner yuvasına eren Mecnûn’unun hatırasıyla sessizliğe gömülür. Veyâhut bırakır sevdiceğini oracıkta, dönüp çölde kaybolur. Versiyonları değişse de Leylâ’nın kayıp hikâyesindeki bilinmezlik değişmez. ‘Şimdi yani Nur, iş mi senin bu söylediğin, mesele başka?’ diyeceklere peşinen söyleyeyim benim mesele-m- tam olarak şudur: Bu hikâye efsanevî bir aşk hikayesidir, evet. Fuzulï’nin dilinde ölümsüzlüğe kavuşmuştur, tamam. İyi de Leylâ niye kayıptır, kayıplıktır kardeşim? Mecnûn Mevlâsını bulmakta mahir, Leylâ kedere gark olmakta. Öyle midir? İlâhî aşkın beşerî basamağa ihtiyacı mı var? Leylâ’nın günahına ne giriyorsun, yandan geç.

 Başka bir ârızî nokta: İlâhî aşka evrilmeyen aşk süflîdir, ikisi zinhâr birarada bulunamaz mıydı da Fuzulï domino etkisiyle zamanını aşacak bir açmaza imza atmıştır? Âdil geliyor mu bu size sahi? Bir an sıyrılın hikâyenin klişelerinden ve düşünün. Tekrar soruyorum: Ters bir şey yok mu hikâyede? Lâ diyenler ve beni feminist olmakla suçlayacakları peşinen uyarayım. Yok öyle yaftalamak. Zira ben çok daha Âdil bir kalem tanıyorum ki tartışmaya da açık olmayan. Yusuf ile Züleyhâ hikâyesini yazan. O da ayrı bir yazının mevzuu olsun, ben bir süre linçleri karşılamakla meşgûlüm. 

20 yorum:

  1. Bence bu hikâyede akidevî bir problem de var. Beşerî aşkın ilâhî olana vesîle olması, buna bir basamak olarak telâkkî edilmesi tamamıyla sakat bir yaklaşım.
    “… ‘Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.’ diyorlar.” Zümer Süresi 3. Ayet. Bu ayeti bir daha düşünerek bu hikâyeyi ya da herşeyi tekrar yorumlamakta fayda yok mu? Hikâyenin orjini nedir, İslam öncesi edebiyatı mı sonrası mı? Şirk çağrışımı yaptığı konusu neden hiç ele alınmamış şimdiye kadar? Vurgulanmak istenen beşerî olan sevginin bâtıllığı ise, Risaletin en büyüğünün, en seçkininin Hz. Hatice’ye ait olan sevgisinin izhârı nasıl açıklanabilir?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşin akidevî boyutu bıçaksırtı bir mevzû zaten. Basamak ile aracı arasındaki farkı gözetmek lâzım bu hikâyede. Mevlâ bulunmuştur, Leylâ işlevsizdir artık, mesajı. Projektör çevirdiğim nokta buydu. Elbette sorular can alıcı ve sür-git bir çekişme hâlindeyiz cevapları hakkında. Vesîle olabilir insan, bir başkasının İlâhi olanı bulma noktasında. Mevlâyı bulmanın yolları sınırsız; çiçek, böcek, güneş, ay... Bunların hepsi vesîledir. Sakatlık, bir insanı aracı kılıp O olmazsa yol da yolculuk da sakata girer, anlayışı. Kusursuzluk ve insanüstülük yakıştırması, Mevlâ’nın yerine konumlandırılması hatta. Tehlikenin büyüğü de, takvâda ilerlediğini düşünürken şirkin kucağına düşmek.
      Hz. Hatice ve Peygamber’in O’na duyduğu sevgi, Züleyha’nın umutsuz ve pervasız aşkı, Hz. Yusuf’la Mevlâ’yı bulması ve sonunda vuslatla taçlandırılması... Dikkat edin gerçek örnekler nasıl da efsanelerin gölgesinde kalıyor.

      Sil
  2. Mevlâ'yı bulmanın yolları illâ ki farklı olabilir, ancak ay sevgimiz, çiçek böcek sevgimiz değildir bizi ilâhi aşka ulaştıran; belki onların varlığını ya da var oluş hikmetini düşünmektir ve bunlardan ders ya da ibretler çıkarmaktır. Bu durumda kıyas yaparsak Leylâ'ya olan sevgi nasıl oluyor da ilâhî aşkta vücut bulmaya başlıyor? En azından bu hikâyede ilâhî aşka giden yolun basamağı olarak tasvir ediliyor Leylâ'ya olan aşk. Sakatlık ya da şirk çağrışımı burada değil midir? İnsanın bir başkasının doğru yoluna vesîle olması anlatımla ya da örnek yaşamıyla yâni hâl diliyle olur. Böyle bir basamaklaştırma benim pek mantığıma yatmıyor. Şâirin şiirinin büyüklüğü ya da hikâyenin büyüleyici görünmesi bu hakikatı değiştirir mi? Leylâ'nın işlevsiz bırakılması kadın kavramını ikinci plana atıyor gözükse de, en azından Leylâ'yı bâtıl bir vesîle ile ilâhî olana erişmesi absürtlüğünden kurtarmış. Aslında olan Kays'a olmuş yine:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakın hikâyenin o tarafı meçhûl. Sahi Leylâ sevgisi nasıl evriliyor ilâhi aşka? Aşkı aşkla yarıştırmak gibi. Valla ben şiirin büyüleyiciliğine kanmadım, kafamı kurcalayan bu sakatlıktı.
      Vay be demek istiyorum, yine eril dil söylemi nihâi olarak Kays’a mağduriyet atfetti. Leylâ’nın Kurtuluşu. Sıkı senaryo olur bundan:)

      Sil
    2. Leylâ ile Mecnûn hikâyesinden çıkabilecek yorumlar arasında sizin yorumunuz ancak nev-i şahsına münhasır olanıdır. Eminim asırlar boyu kimse Leylâ'nın işlevselsizliğini çıkarıp bulmamıştır bu hikâyeden. Leylâ'yı butlandan kurtarmak da bana ait kalsın, artık eril midir, dişil midir ona da diğerleri karar versin.

      Sil
    3. Bir nevî haklısınız aslında. Leylâ kurtulmuş, ama Mecnûn’dan. Zaten çöl kaçkınından bir hayır gelmezdi O’na:))

      Sil
    4. Bir de şu tarafı neden sorgulanmaz aşk hikâyelerinin: Neden hep mâ'şuk olan Leylâ tarafıdır genelde? Âşık Leyla şiirleri, hikâyeleri niçin hayat bulmaz edebiyatta? Bu dilin erilliği midir, yoksa hayatın tabii akışı mı?

      Sil
    5. " Zaten çöl kaçkınından bir hayır gelmezdi O’na:))" ... aşkta seçkinlik??

      Sil
    6. Mekânın erilliği de etken buna. Bazı kadınlar şiir olmayı seçerler, şiirin konusu olmak doğaları gereği belki de, daha çekici gelir onlara. Âşık Leylâ şiirleri elbette vardır; ya Fürûğ gibi gemileri yakmayı seçer, ya da Sylvia Plath gibi Nilgün Marmara gibi intihar etmeyi. Sanırım şiir değildir onları bu sonuca getiren. Bir erkek aşkı-kadını- şiire döktüğünde göklere çıkarılır ama bir kadın aşkını dizelerle buluşturduğunda arena hiç de insaflı değildir ona karşı ve çoğu zaman hafifmeşrep bir sırıtışla anılır. Keskin mi? İstisnası yok mu? Elbette var. Yani hayat Şair Kadın için bol sıfırlı bir yenilgiyle seyreder. En büyük sorunsalı da şiirinin öznesi olmak isteyen erkeklere ‘edebiyat’ yaptığını bir türlü anlatamamaktır.

      Sil
    7. Aşkta seçkinlik? İşte buna gülümserim. Seçme şansı olmamaktır ki zaten aşk.
      “Uçurumun kenarındayım Hızır
      Bir dilber kalesinin burcunda
      Vazgeçilmez belâya nazır”

      Sil
  3. Yeniğim efendim, pes:)) Bana ne Fuzûlî'nin fuzûlî şiirlerinden deyip meydanı yenilgisizlere teslim etmek en kârlı olanı gâliba.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Anladınız mı şimdi Fuzûlî’nin aşka yaptığı fenalıkları’n boyutunu?:)
      Galibiyet yarışında değiliz efendim, bir çıkış yolu arayışı. Zaten konu ‘aşk’ oldu mu galibi mağlubu olmaz, mağduru olur en fazla:)

      Sil
    2. Yeni bir motto: "konu ‘aşk’ oldu mu galibi mağlubu olmaz, mağduru olur en fazla"

      Sil
  4. İşin tuhaf tarafı zâten fena duran cümleniz yok. Bu yüzden yenilgisizliğiniz:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nedense ironi sezdim bu yorumdan:) Tam tersi benim motto’m da istemdışı olarak şudur: “Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil.“

      Sil
  5. Orijinal bir bakış açısı, hiç bu cepheden bakmamıştım doğrusu. Eril bakış açısıyla suçlayacaksınız belki ama İlâhi aşka dair okuduğum en çarpıcı hikâye olarak bildim hep. Şimdi tüm yazdıklarınızdan sonra ezberlerim bozuldu, kötü oldu sanki.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizi suçlamıyorum. Bu konu hakkında düşündüklerime deli saçması diyen çok kişi oldu. Direk söylemeseler de anlayabiliyorum:)
      Ezberlerimiz bozulması gerekiyorsa zaten yüktür, değilse tazelemek ferahlık...

      Sil
  6. “Leylâ’nın günahına ne giriyorsun, yandan geç.”
    Hiç. Değil mi? Leylâ da İlâhî aşkı bulsa diline mi yapışırdı Fuzûlî’nin? Cesaretine şapka çıkartıyorum doğrusu. Sana çok yakışıyor böyle ters-köşe bakış açısı. Bence tam da haklı yerden bakıyorsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Desteğin çok özel, sağol:)
      Aslında beşerî aşkın İlâhî aşkla tanımlanmasına itirazım var. Temel aynı ama o kadar birbirinden bağımsız ki...

      Sil