Yaş almak böyle bir şey anlaşılan. Kayıp listesi kabardıkça, dünyanın daha da ıssızlaştığını ve gidenin yerini doldurmakta dünyanın ‘yeterince’ olmadığını fark ediyorum. Dünya gittikçe daha bencil ve daha yüzsüz geliyor insana. Neden mi?
Tarih boyunca olagelen şey oluyor ve yaşarken görmezden ve duymazdan geldiğimiz ya da bilincimize vurulan çekiç darbelerine tahammül edemediğimiz için ‘yok’ saydıklarımız kaybettiğimizde birdenbire dilimize düşüyor. Bir de klişeleştirdiklerimiz var tabi. Sosyal medya denan canavar ağzına çiğneterek eskittiklerimiz. Aliya meselâ. Davası bir külliyata sığamayacak denli meşakkâtli, derin, uzun.. ‘Bilge Kral’ lafzını elbette hak ediyor, derdim sıfatlarla değil, O’na bunları yakıştıran ağızlarımız, fasd-food tüketime kurban ettiğimiz derinlikleri, tırnak arası ‘şahânelik’lere dönüştürdüğümüz kanla damıtılmış sözleri. Ucuz kahramanlığımıza malzeme yaptığımız hayatın zerresini bile omuzlayamayacakken bu sahtekârlık niye?
Bütün bunları aklıma getiren ne?
Dün bayramlaşmak için arayan değerli bir dostun, değerli bir dostu için kurduğu cümle:
“Sizden O’nun için bir yazı beklerdim”
Akif Emre’den bahsediyordu ve hakkında yazılan bunca güzellemeye neden hâlâ ikna olamadığını düşündüm. Dönüp kendime sordum sonra. Bir insanı yazabilmenin yolu O’nu bütünüyle anlayabilmekten ve derdiyle paydaş olmaktan geçer, en azından kalemin namusu bunu gerektirir diye düşünürüm. Hayatına değmemişsem de, fikir sancılarına ortaklığım sahici, o yolun taşları benim de ayaklarımı kanatmış olmalı. Öyle mi peki? Değil, elbette değil.
Mesele şu ki; ateşten gömlek giyinmekle, o gömleği giyebilene gıpta etmek aynı şey olmuyor.
Kalanlar mı? Onlar bir türlü ikna edemiyorlar beni gerçeğe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder