19 Mayıs 2020 Salı

Âh

“Âh
Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının Tanrım, 
Ulaşılamazdı, 
Sen sarılmak istesen ona, 
O sana sarılmazdı.
Ne çok dikenin vardı Tanrım! 
Ne çok isterdim, 
Sana sarılamazdım.
Ve şöyle derdim o zaman:
Âh” 
Didem Madak
Hepimizin faili olduğu bir keder belki de. Ya da Reis Bey’in haykırışından mülhem, dünyanın neresinde bir suç işlense ve sorulsa kimdir faili, ben’im derim. 
Bir yakarış ki, kanı çekilir hissedenin. Şâir’ini şiirlerinden tanırım, bir de içimi acıtan ‘son’undan. Umutsuzluğu hayata yakıştıran karanlık nasıl için için yanan bir yangın yeridir bilmem, bilmekten de Rabb’e sığınırım, bilmek istemem.  

‘Âh’ına sağır bir tanrısı vardı Madak’ın, Rabb’ini tanısa O’nun gölgeliğinin her sancıya sığınak olduğunu bilse, bir tek adımına ‘yettim’ diyerek koşaradım geldiğini...

Sonra yine kendime dönüyorum, uğrak yerime, iç’ime. Rabb’iyle naz/niyâz ilişkisi kuran ben, korkmalı mıyım sonumdan?  Lâ diyor sesimin yankısı acıyla, lâ. Devamında belki de serinletmek için kendimi, Tanrı’yı Merhametin kalbi olan Allah’a tevdî etmek bu kadar zor olmamalıydı, diyorum. Allah’ın dikenleri yoktu oysa, O’na dikenleri yakıştıran bizdik; ben, sen, biz...
Madak’ı anlayabiliyorum, Fürûğ’u da...

Ne diyordu Fürûğ?
“Annemin seccadesi hep cehennem ayetlerine doğru seriliydi. “
Dehşet bir tespit, tüyler ürpertici. Ezberlenmiş öğretilerimizden bir süreliğine sıyrılıp, Yaradan ile ilk tanışıklığımıza dönsek ve aynamızdan yansıyan tonlarca günahın ağırlığıyla O’na yönelsek ve desek ki meselâ: Ey beni yoktan var eden! İçimi dışımı benden iyi bilensin. İçine düştüğüm çukur derin, sancısı ondan da...
El verir misin bana, gölgeni bağışlar mısın kavrukluğuma? Yalnızlığıma yoldaş, karanlığıma fener olur musun? Seninle muhatap olmaya tenezzül etmez dediler, beni muhatap alır mısın kendine? Şah damarım sızlıyor, ondan da yakınmışsın, varlığınla şereflendirir misin beni?...

Bazen yetmiyor nefes, tek bir heceye sığınıyor dil, dua niyetine...
‘Âh’

60 yorum:


  1. Didem Madak'ın şiirlerini tekrar tekrar okudum 'dikenli Tanrı' mefhūmunu nasıl inşā etmiş diye. Bazen â'rafta kalan insanların tercih sebebinin sorumlusu olarak ona rehberlik etmeyenleri ya da etmemeyi tercih edenleri suçladığım olmuyor değil. Ama sonra bundan vazgeçiyorum ve Didem Mamak'ta da olduğunu hissettiğim â'rafta kalmayı istemenin çoğu zaman bilinçli bir tercih olduğu kanaāti ağır basıyor. Düpedüz işine gelmiyor bāzen insanların bilinçli tercihsizlik hâlinden müsbet tercih cenāhına geçmek. 'Her tercihin bir vazgeçiş' olduğu hakîkati öyle ağır basıyor ki, 'sorumlu kulluğu' seçmenin nefsânî olan pek çok şeyi, ve en başında āsiliği terketmek olduğu düşüncesi mütemādiyen bilinçaltından kalbin tam da ortasına saplanan bir bıçak gibi ruhu ve dahî bilinci tehdit altında tutuyor. Â’rafta kalıp müzmin āsi rolünü oynamak, Tanrı tarafından işitilmediği ya da kāle alınmadığı pervāsızlığını sergilemek hem önce kendi kendini kandırmakta muknî bir rol oynuyor, hem de dışardan pek kolay taraftar desteği bulabiliyor. Mâmâfih, ‘bilinçli â’raf mukimleri’ bu durumdan aslen çok da şikâyetçi değiller, aksine bu hâlin getirdiği sonsuz sorumsuzluk duygusunun rahatlığı ile yaşamanın ‘sorumlu kulluğa’ nispeten çok daha kolaycı bir yol olduğunu ve nefse de pek hoş geldiğini pekâlâ iliklerine kadar hissediyorlar. Zaman zaman hayatımla kesişen bu duyguyu bizzat müşahidi olarak pek iyi bilirim. Zîrā kendini ‘dikenli Tanrı’nın mağdur kulu’ ve ‘bu mā’kus tâlihin muzdaribi’ olarak konumlandırmak her zaman ādil olan Rabb’e ‘sorumlu kul’ olmaktan çok daha kolay ve dahî müşterisi de bol olan bir durum. Herşeyden önce ‘vicdan’ denen ayeti görememek körlükten öte bilinçli bir seçim ve aslında görmemeyi tercih.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mevzunun kendisi dikenli, netâmeli farkındayım. Şair zor bir çocukluk ve genç yaşta sancılı bir hastalık dönemi yaşamış. Başörtülüyken çıkarmış sonrasında. Benzer örnekler üzerinde hep düşünüyorum. Neden?
      Büsbütün yabancı değiller ama hazmetmek noktasında ters gitmiş birşeyler. Kabul görme, belki mahalle baskısı, ki bu inceden hissettirilen birşeydir çoğu zaman, içini dolduramamak, nefsin boşlukları doldurma konusundaki becerisi vs. Yolculuğun bir yerinde film kopmuş, neresinde, nasıl, hangi etkenlerle soruları önemli. Ben taşlamak değil de şaire bunu hissettiren saikleri anlamaya çalışıyorum. İnsana dair birçok yaralar açılmış bir kalp neden ‘Tanrı’sından umudu keser? İtirazlarınızın hepsi makûl, hepsinin gerçeklik payı var. Ama başka bir pencere de var, din tacirlerinin açtığı bir pencere. Cehennem bekçiliği yapan çok insan tanıdım. Doğu toplumlarında kötücüllük ağırlıklı bir genetik kod galiba. Yıllar içinde ne çok genci bu yüzden kaybettiğimize şahitlik ettim. Tamam, kişi akletmekle ve doğruyu bir çuval yanlışın içinden ayıklamakla mükelleftir. Yalnız rehberler yamukluk yapınca zordur akıntıya kürek çekmek. E genç adı üstünde, cazibe merkezi dünyanın zevkleri, heva hevesleri. Belki Madak doğru bir omuz bulamadı, yargılamadan kalbine dokunacak bir yâren kimbilir? Belki ben şiirinin satıraralarındaki acıyı, çaresizliği buna yoruyorum. Fürûğ mevzuu bir başka âlem. Bıçkın bir kadın; fevrî, özgürlüğe takıntılı, hovarda. Öte taraftan büyüdüğü ortamı kendi şiirinden okuyorum ve gelenek dininin yaptığı tahribatı görüyorum. ‘Hadi canım sen de’ diyeceksiniz ama, böyle toplumlarda ‘din’ ‘iman’ ateşten bir kor oluyor avuçta, devreleri yakmaya ayarlı bir zemin.

      Sil
  2. Mâzeret ararsanız hiç bitmez. Hele ki nefs mâzeret üretme ustasıdır. Din tâcirlerinin itici etkisi, sevdirme değil de dayatma yoluyla dini mücbir kılanlara karşı reaktif refleksler, kötücüllüğün hâkim olması, etrafta kötü örneklerin varlığı vesâire vesâire. Tüm bunlar bilinçli sorumsuzluğa alternatif mâzeret kaynakları olarak tüketilebilir. 'Ben, sen söylediğin için değil, kendim içimden geldiği için ibâdet etmek istiyorum, o yüzden beni zorlama, üzerime psikolojik baskı kurma. Bana mühlet ver, ben kendim, kafamı ve ruhumu topladığımda zâten ne yapmam gerektiğini biliyorum ve onu yaparım.' Bu beylik mâzeret her zaman bilinçaltımızın en büyük savunma mekanizmasıdır ve ana damar budur. Diğer tâli dikenler asıl damarı gizleyen süslü mazeret perdeleridir. Bunu pekâla hepimiz biliriz ve zaman zaman gidişâtımız bu çizgi ile kesişir. Hep bir isyanı anlama çabası, empati kurma mesâisi hakîkati değiştirecek kuvvette değil. Bizim kumaşımız bu, ve insanoğlu her zaman kolay olanı seçmeye meyyâldir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben sizin gibi toptancı bakmıyorum. Doğru, hakîkat tektir ve sadedir. Yol belli, menzil dosdoğru çizilmiştir, âmenna. Fakat hikâyeler üzerinde çalışmak lâzım diyorum. Neden ‘deist’ olma yolunda koşaradım ilerliyor genç dimağlar? Çığlıklarını duyabilsek, ki duyabilmek için tek tek her birini dinlemek lâzım, belki kör noktalarımıza dokunacak cevaplar bulacağız. Kolaycılık, deyip içinden çıkabilir miyiz? Ben bulduysam, ki bulmakla ilelebet sahibi olamıyoruz imanın o ayrı, sen de bulursun, bana mâzeret üretme deme lüksümüz yok. Anlamak için dünyalarına girmek lâzım, dillerini çözmek, bazen sadece omuz vermek ve beklemek, sabretmek...
      Küçücük dokunuşların bile körpe beyinlerde açtığı ufuk ve sizinle kurduğu ünsiyet. Doğruysanız doğruluk telkininiz bir işe yarıyor, yoksa kayıp gidiyorlar ellerinizden. Duygusal mı bakıyorum? Biraz duygusallık ‘kimseyi incitmez’:)
      Dokunduğum gençlerden öğrendiklerim, bir adıma yüz adım geldikleriydi. Sabretmeyip ittiğimizde de koşar gibi uzaklaştıkları. Bu yüzden failiz diyorum, edilgen değil. Bizden önceki nesiller Madak’ları, biz bir sonraki nesli kaçırmışız. Hani insan toplumsal bir varlıktı ve üzüm üzüme baka baka kararırdı? ‘Ak’ değiliz, dolayısıyla kınayacak ‘cesaretimiz’ olmamalı diye düşünüyorum.

      Sil
  3. Hep nedense hakîkat hakîkatsizliği anlamak ile mükellef tutuluyor. Hep empati kurması gereken hakîkat cephesi. Bir kez de empati kurması gerekenler yer değiştirsin yâhu. Bu postmodern herkesi ve her şeyi anlama, herkese ve her şeye bir göreceli mâzeret (t)üretme, mutlak doğrulara hep tâli yollar çizme hâli artık bende bıkkınlık oluşturdu. ‘Ak’ın ak olduğunu ispatla neden mükelleftir ak’a tâlip olanlar dâima ve ‘ak’a kara diyenlerdir hep empati kurulması gerekenler? Hakîkatın hakkı nerede? Hakîkatın anlaşılması için mesâi harcanmasını talep etmesine hakkı yok mu? ‘Neden akletmezsiniz?’ diye süregelen âyetler hiç mi bir mesaj vermiyor bu â’rafta kalma lüksünde olanlara? ve neden bu toptancılık oluyor?

    YanıtlaSil
  4. Hayda! Hakîkatsiz adı üstünde, yoksun. İdrâk edebilse hakîkat tarafında saf tutacak. Hakîkat tarafı ise anlamakla mükellef, ki tarafı gereği buna yetisi var. Empati değil bu, değil. (Bu kavramdan da hiç hazetmemişimdir niyeyse) Bir anlamda diğergamlık, el uzatmak yahu, bu da anlamadan olmuyor, dinlemeden. Anlamak ve dinlemek derken süklüm püklüm bir hâlden bahsetmiyorum. Yaranmaya çalışır gibi değil, kabul görme dürtüsü hiç değil.
    Toptancılık derken genelleme yapmanızdan söz ediyorum. Her kişinin yaklaşımı, eğilimleri, kökenleri, sosyal dokusu farklı, hakîkatsizliği de değişkendir dolayısıyla. Hikâyeler konusunda ısrarlıyım. Genetik kodlarımın inatçılık ârazı var, vazgeçmem sözümden:)
    Sol lob çalışmıyor malûm, serî yazamıyorum ama haklıyım:)

    YanıtlaSil
  5. Herkesin yolu bir şekilde hakîkatle kesişiyor. Hakîkat denilen şey ortalama aklın anlayabileceği bir seviyede mesken tutmuş. İdrâk edememe gibi bir mâzeret, böyle bir lüks yok. İslam ve iman ve buna teslimiyet seçkin elitlere hitâb eden, herkesin anlayamayacağı bir felesefe binâ etmiyor ki. Elbette yüksek dimağlıların ondan nasîbi daha fazla ve detaylı olabilir ortalama zekâya göre. Ancak deve çobanlarının bile anlayabileceği sadelikte inen bu dine 'idrâkimin fevkinde' şeklinde bir mâzeret üretilmesi deli saçması olur ancak. Bunda incelmek aklın ve ruhun san'atkârlığıdır. Ama herkesten Mimar Sinan olması zâten beklenmez. Selimiye'ye taş taşıyan bir hamal da olmak o şaheserin parçası kılar sizi. Kendim bizzat bu hâlin canlı müşâhidi olarak konuşuyorum bunu, hâriçten gazel okumak değil yâni bu. Â'rafta kalmayı tercih bir idrâksizlik değil, bilinçli bir tercih. İdrâk edebilmeye bile tâlip olmama hâli.

    YanıtlaSil
  6. İdrak yerine önce nasip ve sonra istek ve çaba diyelim o zaman.
    Tamam bu defa da ben pes ediyorum. Sizin öngörü ve tecrübeleriniz bu konuda benden sağlam belli ki. Ben hikâyeciyim, yalnız sizin şahitliğiniz hangi minvalde, merak ettim.

    YanıtlaSil
  7. İnsanlar pekâla nasıl daha çabuk para kazanabilirim, nasıl sermayemi tez zamanda bikaç misline katlanırım, forex piyasalarda nasıl kaldıraçlı işlemler yapıp 1 koyup 10 alırım, Bollinger bandını hangi indikatör ile kullanırsam en ucuza hisse alır ve en tepeden satarıma pekâlâ kafa yoruyorlar. Ortalama zekâlısı da. Yâni bu 'mağdur'u, 'câhil'i, 'idrâk yeteneksizliği'ni oynama hâli kolaya tâlip olma durumu. İş servete servet eklemeye gelince pek Einstein kesilenler, en zor algoritmaları çözenler, insan denen mucize varlığın Bânisini düşünmeye gelince mi bir anda idrâkten nasîbini alamammış durumlara düşüveriyorlar? Hakikate talip olanların vazîfesi eğilip bükülmek, herkesin kendi lüks ve fantazisini ve şeytanını anlamaya çalışmak değil ki. Adam gibi yaşa, adam gibi anlat, gerisi onların bileceği iş. Hidâyete tâlip olursa hidâyet onu mutlak mânâda bulacaktır.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Forex, Bollinger bandı, indikatör? Soru değil bu aman, yeni bir bilgiye çakralarım iflas edecek.:)
      ‘Adam gibi yaşa, adam gibi anlat, gerisi onların bileceği iş.’
      Durumun özeti bu cümle

      Sil
    2. Şâhitliğimi sormuşsunuz: Hakîkat gözünüzün önünde tüm çıplaklığı ile size haykırmaktadır, lâkin siz kulağınıza irice bir kulaklık takarak isyân türküleri dinlemeyi seçersiniz, bile oynaya. Önünüzdeki gerçekliğe bakarsınız, ama algıda seçici davranıp görmek istediğinizi görürsünüz. Sizden istenen vasat bantta yol almanızdır, en tepeye çıkmanız değil; ancak standart sapmanız hep hareketli ortalamanın negatif tarafınadır ve bu genelde bir tercihtir. Muhayyilenizi kullanın, daha fazla detaya girmeden yüksek dimağınızla yap bozu çözebileceğinizden eminim.

      Sil
    3. Â’raf’ı iyi biliyor olmalısınız.

      Sil
    4. Hakîkate uzak düşene acımak lâzım, ne büyük bir yoksunluk...

      Sil
  8. "Forex, Bollinger bandı, indikatör" hani genellemeci toptancılığa karşı olup başkalarının hikâyelerini anlamak lâzım dediniz ya, işte hikâyeler bunlar efendim. Tez zamanda köşe dönmenin adı (ya da hayalini kurmanın adı) eskiden kaçak kenevir yetiştirip gayrı meşru yollarla ticaretini yapmak idiyse bugun de bu tâbirler, bu konseptler alternatif tıbbı bu işin. Başka 'çakra'lı örnekler de bulabilirim, isterseniz meditatif â'raf hâlleri için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tabi tabi buyrunuz, hazırdayken tüm çakralarım yansın ne olacak. Meditatif hâller çoktan düştü â’raftan. Şu anda şükrediyorum bu ‘hikâyeleri’ bilmediğim için. Bunları da heybeme katmayıvereyim.

      Sil
  9. Hesap çok karmaşık değil. Ortada bir Hakîkat var, kimisi onun üstünü toprakla örtmeye çalışıyor (kâfir), kimisi hem Hakîkate hem Butlâna fiili empati yapıyor (münafık), kimisi Hakikate görecelilikler ilâve ediyor (müşrik), kimisi de gözünün üstündeki kara camlı, isli gözlüğü ve kulağındaki irica kulaklığı çıkarıp O'nu görmeyi ve duymayı tercih ediyor (mü'min). Â'raf dediğimiz farazi mekandaki aslında hakîkatin varlığından haberdar ve O'nu biliyor; lâkin kâh mazlumu ve mağduru oynayıp kendini acındırarak, kâh türlü meşguliyetler icâd edip zamanı öteleyerek, kâh kötülüğü bile isteye perde yapıp 'ışığın bana yetmiyor' sahteciliğine tâlip olarak gözünü ondan uzak tutmayı yeğliyor, çünkü bir defa onun varlığını kabul edince hakikatın vergisini ödemeye macbur kalacağını biliyor, bu sebeple kendini sistem dışına ya da kara borsaya iteliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tanımlamalar müthiş, hesaplama tam yerinde. ‘sistem dışı ve karaborsa’ üzerinde düşünmem lâzım. Muhalif damarımla değil, enine boyuna. Niyet okuyuculuğu mudur yoksa hakîkat mi?

      Sil
  10. Yazım hataları olmuş, hoş görünüz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okurken düzeliyor kendiliğinden, sorun değil:)

      Sil
  11. 'Sistem dışı' ve 'kara borsa' tâbirlerini 'vergi' kavramını kullanınca aklettim o anda. Tanımlamalarım üstüne özel çalışılmış konseptler değil, yazarken aklıma gelenlerin söze indirgenmiş hâlleri. Ortada hikmetli ve hesaplı yaklaşımlar aramanız gereksiz. An itibariyle zihni yoklayanlar diyelim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hesaplı yaklaşım aramadım. ‘An’lık akışın getirdiği olduğunu biliyorum. ‘ Hesap çok karmaşık değil’ cümlenize karşılıktı o. O hesabı ortaya sunuş biçimini sevdim demek istedim.

      Sil
  12. Ben ne demek istediğinizi anlamıştım, söyledikerime fazla hikmet, fazla değer giydirmeniz gereksiz demek istedim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir değer taşıyorsa gerek vardır; bu kadar laf kalabalığı yapan insan arasında, doğru sözün kıymet hükmünün yeri orasıdır. Pergelin ucu sağlam yerde, Allah muhafaza etsin.

      Sil
    2. Hani 'söylenmemiş söz yoktur gök kubbenin altında' demiştik ya, tıpkı onun gibi denenmemiş sapkınlık da yoktur. Yeniden bir keşifmiş, yeni bir felsefî ekol ya da inanç sistemiymiş gibi sunulan 'deizm' asırlar önce müslüman kelâmcıların muhatap oldukları ve cevapladıkları cereyanlardan birisiydi. Allanıp pullanıp yeni trend imiş gibi pazarlanması da tuhaf.

      Sil
    3. Deizmin dolaşıma sokulması elbette boşuna değil. Gençler protest tavra yatkınlar. Sözün çıktığı ağzın temiz ya da kirli oluşunu kavramakta da pratik zekâları var. ‘Hırsızsın, çalma diyorsun. İnsanların sırtına basa basa kazanç elde ediyorsun ki bunu da ‘helâl’i kendine yontarak çarpıtıyorsun, bana kul hakkı yeme, harama bulaşma diyorsun. Adaleti kendin için istiyor, havaya göre doğrularını değiştiriyor, bana her şart ve durum da dosdoğru ol, adaletten şaşma diyorsun. ‘
      Mâzeret olarak görsek de, bu sorgulamalar bazen ‘akletmekle’ bitmiyor ne yazık ki. Mutlu da değiller, stres, depresyon, intihar, hayattan umudu kesme, ‘hayat bir gündür, o da bu gündür. ‘ savurganlığı almış başını gidiyor. Hadi anlamayalım; öteleyelim, kızalım ‘akletmez’ misiniz diyelim.
      Çözülüyor mu bu sürü helâkı?...

      Sil
  13. Her şeyden önce sınırlı olduğumuzu her dāim hatırlamakta fāide var. Hidāyeti dileyene veren Allah; biz etrafımızdakilere gücümüzün yettiği kadar bir şeyler anlatabiliyor isek kāl ile ve de hâl ile, gerisi bizden çıkmıştır. Lut (a.s)'a inanmamayı tercih edenler helâk oldular, buna O'nun en yakınları da dâhil. Bu ötelemek değildir ve karalar bağlamaya da lüzum yok. Hâni herkesin bir hesabı var ise, O'nun daha büyük bir hesabı var, üstelik diğer hesap yapanların hesabını da görüyor ve biliyor. Allah nūrunu dilediği şekilde tamamlar, isterse bir fāsığı ya da zālimi bile vesîle yapabilir buna. Bu sürekli tekrar ettiğimiz fakat pratikte hep unuttuğumuz hakîkatler. Biz gücümüzün yetmediklerinden sorumlu tutulmayacağız. 'akletmez misin?'i Kelâm'ın Sahibi söylüyor. Biz O'ndan daha merhametli değiliz herhalde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Derdimiz aynı; adamsendecilik yapmayıp en çok da hâl ile anlatabilmek, gerisini Hükmün Sahibi’ne bırakmak. Nasipten öte köy yok gerçekten.

      Sil
  14. Bakın piyasaların gurusu diye târif edilen bir adamın kitaplarının birisinin tercümesinden bir alıntı yapacağım:

    "İkinci bir argüman da gelecek hakkında çok fazla soru işareti olduğu yönündedir; işler biraz daha berraklaşana kadar beklesek olmaz mı? Şu sıkıcı sözü bilirsiniz: “mevcut belirsizlikler giderilene dek alış rezervlerimizi koruyoruz”. Gelecek hiçbir zaman berrak olmayacak; neşeli bir konsensüs için borsada çok para ödersiniz. Belirsizlik uzun vadeli alıcılar için aslında bir dosttur."

    Şimdi bu sözün söylenme sebebi şu: Ekonomik kriz ya da buhrandan geçildiği bir dönemde şirketlerin geleceğine yatırım yapmaya kuşkuyla bakanlara ve "tedbirli olalım, biraz önümüzü görelim" şeklinde korkuyla yaklaşanlara karşılık verip "o beklediğiniz problemsiz, risksiz, şen şakrak günler hiç gelmeyecek, o yüzden atâletle o günleri bekleyeceğinize tohumlar ekmeye devam edin; kimse kar, tipi, boran, fırtına, sel olup olmayacağını bilemez ve hep bu korkuyla yaşanmaz" demeye getiriyor.
    Kaygıları elbette farklı, tasvir ettiği dünya ile bizim konuştuklarımızın doğrudan bir alâkası da yok. Lâkin, paralel alınabilecek bir mesaj şu: Hani sürekli dejenerasyondan filan bahsediyoruz ya, aslında her dönem bu dejenerasyon türlü kılıklarla insanlığın karşısında idi. Şen şakrak, problemsiz (maddî/manevî) bir dönem geçirmemiştir insanlık tarihi. Ha bir de ilâveten bu piyasa gurusu dedikleri adam en çok da buhranlı dönemleri sever, herşeyin fiyatının dip yaptığı zamanlarda alabildiğince herşeyi gerçek değerlerinin çok altında alabilmek temel düsturu. Tam da burada bir paralellik kurarsak, aslında yapılacak manevî yatırımdan en çok getiri sağlanacak dönemde değil miyiz? Ömer bin Abdülaziz'in döneminde mi (olmayan) fakir fukara sevindirmek daha makbuldur, yoksa şimdi mi? Herkesin grece daha mü'min, daha mülim olduğu dönemde mi tebliğ daha çok manevî getiri sağlar, yoksa nesillerin ateizmden deizme, oradan başka bir'izm'e savruldukları dönemde mi? Karalar bağlama, sür toprağını ve ek tohumlarını. Sel gelecek korkusuyla toprağını ekmeyenlerdir asıl kaybedecek olanlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Böyle bir umutsuzluk lüksümüz yok zaten, karalar bağlamak gibi. Yaradan ekstra bir sorumluluk yüklemiş omuzlarımıza, görebilmenin ve farkında olmanın vergisini ödemekle mükellefiz. Çok haklısınız, böyle zamanlar manevi kazanç kapısıdır. Her şeye rağmen genç nesli fosilleşmiş kafalara tercih ederim. Öyle ya da böyle iletişim kanalları açıktır diğerlerine göre.

      Sil
    2. Ne yâni fosilleşmek bizim suçumuz mu:?

      Sil
    3. Est. yahu, fosillikten kastımı elbette anladınız. Bayramlık ağzımı son dakika açtırmayın rica ederim:). Bu ramazan tuttum kendimi bugüne kadar. Meselâ ‘ramazan hocaları’ için tek bir laf ermedim ki klasiğimdir:)
      Annem odasında bangır bangır dinlerken onları, lâhavle çekip transit geçtim. Bu bir rekor, dilime de oruç tutturmayı az buçuk başarmışım demek ki.

      Sil
    4. Yok benim seçmeciliğe, seçkinciliğe karşı bir takıntım var (sizin böyle bir tavrınız olduğundan değil bu söylediklerim). Bugünün, sizin tâbirinizle, 'çakraları açık' olanları yarının fosilleri olacaklar. Ya da bugünün fosilleri dünkü üzerlerine türlü yatırımlar yapılanlardır. Güzelleri seç, zekileri seç, gençleri seç,....... Bu seçkincilik beni boğuyor. Fosilim işte, fosillerin de hakları var efendim.

      Sil
    5. Bugünün çakraları açık olanları, yarının ‘değişmezleri’ olacaklar efendim. Bugünün fosilleri dün birer junıor fosildiler, yaşla birlikte tastamam oldular. Mesele seçmek meselesi değil, çünkü bu bir seçenek değil benim için. Yılların bana öğrettiği, zamanımı ve nefesimi her güne aynı uyanan ve doğrularını geçtim yanlışlarını bile tartışmaya açmayan insanlara harcamamak. Sizin ‘gıcık’ olduklarınız var ki hepimizin var. Bu sizi fosil yapmaz, en fazla ‘yaşlı’ yapar:)

      Sil
    6. Demek ki neymiş, dünün junior fosiliymişim:)

      Sil
    7. Bir junıor ya da yaşlı bir fosilin teveccüh gösterip, bu blogda bu yazıları okuması ve dâhi yetmeyip yorumlaması mümkün değildir efendim, yer çekimi kurallarına aykırı. Yine ‘tevâzu’ gösteriyorsunuz ama bana te’yid ettiremeyeceksiniz savınızı:)

      Sil
    8. Kuralların çoğunlukla ihlâl edildiği zamanlarda yaşıyoruz, yer de çekmiyor bazen:)

      Sil
    9. Çekmekten başka çıkar yolu olmadığı için çeker yer, henüz o ihlâle sıra gelmedi:)
      Kendinizi illâ da ‘fosil’ çemberine alma çabanızı anlayamıyorum. Tevâzunuzu mu sınıyorsunuz? Bu da bir tür nefs terbiyesi şekli mi? Ayağa freni unutturmamak? Az kaldı çözeceğim şifreleri:)

      Sil
    10. Ah nerede o tevâzu, nefis terbiyesi, ayağa freni unutturmama hâlleri? İnsan fosilleştikçe daha bir kibirli, daha aymaz, daha bir frensiz oluveriyor. Bir dönemlerin klişeleşmiş laflarındandı "en sevdiğim huyum çok mütevâzi olmam" tümcesi. Şimdi onu hatırladım birden her nedense. Ha bir de yazım üslubuma giydirilen 'Mütevâzî Kibir' tasviri vardı:)

      Sil
    11. Kibrin Tevâzu halleri (hava sıcaklığı 20°'yi bulduğunda aktifleşme moduna girer, fermentasyona uğrayıp birden kütlesel olarak genişlemeye başlar)

      Sil
    12. O klişe lafın tercümesi: Yükseklik kompleksi. Rövanşist ruhum, fırsatını bulduğunda tutamaz kendini, bağışlayınız. Bir mutfak mesaimin muzipliğini ‘âhh kibir!’ İthamıyla karşılayan bir yorumaydı sanırım.:)

      Sil
    13. ondan mülhem, ama başka bir yazının altında mücessem...

      Sil
    14. Oysa kibrin difrizle doğrudan ilintili olduğunu düşünürüm, (-)ler en sevdiği havadır. Hava dedimde bir de rüzgârlar estirip fiyakalı çalımlar attıranlarımız var ki, seyri çok keyiflidir:)

      Sil
    15. Her şey sırayla efendim bu dünyada, â’raz işte, illâ deplasmana avantajla gitmeli:)

      Sil
    16. Kibrin Halleri var, tevâzû hâli 20°lerde başlıyor. Derin dondurucudaki hâli somut, katıksız, akışkan olmayan, şekle bürünmeyen, en görünür hâli.. (Gaz halinde çoğu zaman kibri hissetmiyorsunuz bile, kokusundan anlıyorsunuz.)

      Sil
    17. "vurdu gol oldu" gibi oldu:)

      Sil
    18. ‘Uçucu kibir”, yepyeni bir tanım daha:)

      Sil
    19. Bence berabere biter maç, kimsenin defansif olmaya niyeti yok gibi:)

      Sil
    20. TDK için gönüllü hizmet verebiliriz, tanımlamalar konusunda... Yâhut mâ'lum/meşhur sözlük sayfalarına yeni bir alternatif oluşturabiliriz...

      Sil
    21. ‘Mâ’lum/meşhur sözlük’ler için fena zulüm de olmaz aslında. Adı da ‘Asrın Muhalifleri’ olsun bâri:)

      Sil
    22. Uçucu Kibir üzerine sizden bir yazı bekleniyor; okur açlık endeksi tavan fiyatlarda, artık Ramazan'dan mı, bir adım ötedeki Bayramı'ndan mı, henüz piyasa yapıcılar bir açıklama yapmadı.

      Sil
    23. Hayda! Siparişler birikti:)
      İyi de ben biraz köşeme çekilmeyi planlıyordum. Yıllardır bir türlü atâletimi kırıp yoğunlaşamadığım bir çalışma var. Bir tür borç, ata ruhlarına. Belki derler, toplar ve Bismillah derim diye umut ediyorum.

      Sil
    24. Bilançonun pasif tarafına atarsınız, kısa vadeli borçlar kalemine:)

      Sil
    25. Hesap kitap bilmem ben; vadeli vadesiz, bilanço...
      Atalım bakalım o her neresi ise:)

      Sil
    26. Ana üretiminizi bölmeden (her ne ise), boşluk aralarında proje bazlı ara siparişleri aradan çıkarırsanız, hem müşteri sürekliliği sağlamış olursunuz, hem de borçların devir hızı kısalmış olur:)

      Sil
    27. Bilanço çok basittir: 2 sayfalı defter gibi düşünün; A yüzüne sahip olduğunuz tüm varlıkları koyun. B yüzüne de bu varlıklara hangi kaynakla eriştiğiniz bilgisini koyun (borç ile ve özvarlık/özkaynak ile)

      Sil
    28. Hayır sevmediğim kadar varmış, müşteri nedir yahu, ne itici:). Yok ben devir arttıracağım, sürümden kazanmayı planlıyorum. Mâlum, krizi fırsata çevirmek lâzım bu günlerde. Tövbe:)
      Borçlu kalmayı sevmem. Hadi beylik bir laf daha. Nefes alman borç senin.

      Sil
    29. Gelin anlaşalım. Siz bana iktisat dersleri verin, ben de sizin siparişlere öncelik tanıyayım;)

      Sil
    30. Ciddi ciddi iktisat üzerine yazıyordum, sonra sildim. Oruç daha imsaktan sonra kafa yapmaya başladı ise bugün iftar zor olacak demektir:)

      Sil
    31. Son kafa yapışı, alabildiğine şımarsın bugün oruç. Ne diyorsa o bugün. Hayırlı iftarlara efendim. Bu arada ötüşüyle beni kendine hayran bırakan bir kuş bastırıyor sabahın tüm seslerimi. Ne olduğunu bulmaya çalışıyorum bu güzelliğin)

      Sil
  15. ...Herkesin görece daha mü'min, daha müslim olduğu ... şeklinde olacaktı.

    YanıtlaSil