16 Kasım 2024 Cumartesi

Bavulumda Cümleler

 

Yeni bir şey söylemiyorum; duysun beni nefesi şiir kokan kuytular, neşeli şarkılar fısıldayan yaz çiçekleri, umut taciri kuşlar… Hayatın sıratında duruyor kelimelerim nihayet; gitmekle solmak arasında, susmakla unutmak  arasında. Bütün vurgunluklarımı dağıtıyorum etrafa, bulsun dengini ve kırsın dünyanın çürümekten yapılma dizlerini. Bir pul kadar değeri yok bulup kaybetmelerin yaş aldıkça zaman, bir pul bile satabilir kendini unutulmuş bir rüyaya, kurutulmuş bir hülyâya. Esniyor durmadan içim, esniyor ve kabarıyor, sığmıyor kendine; dünya uğultulu bir kovan, yaldızlı cümlelerin bezginliği bakÎ. Sen bu günahın en beyaz tarafındasın sanki. Sus payı vermiyor kibrin ve konuşmak yaramıyor yarana, hatırlamak ki senin paramparça aynan, sığınmışken bir sırra.

Yeni bir şey söylemiyor bana hayat biliyorum, beklemiyorum da. Hangi pencere hangi hayâlin bozgununa açılır ve hangi yanılgı gizlenir kuytusunda karanlığın? İnsan bir yalana kırılmak için neden bu kadar hevesli, sezgilerinin intiharına böyle sarsıntısız bağlıdır, neden? Suya yazmak gibi, suya, yani hafızasızlığa, umursamazca… Sözcüklerin hayâl sattığı doğru, sustuklarında kuruyan ırmakların la’neti hatırlatıyor çaresizliğini insana. Başka türlü olsa, bir daha yıkansak o ırmakta ve hayat o ân’dan başka bir handa konaklamasa. Yalın bir sözcüğün yakamızda nasıl durduğuna aldırsak ve yaşamak denen tedirginliğin başımıza açtıklarını yok saysak…

Yolumu şaşırıyorum; yol kaçırıyor gözlerini çalılıklara takılan düş ölümlerine uzandıkça, sapıyor güzergâhından. Bir yar kenarında konaklıyor bütün çıkmazlar, başlıyor aralarında tatlı bir atışma. Hiçbir dilde karşılığını bulamadığım bir ikindi sıkıntısı boğuyor tüm sesleri, seçemiyorum renkleri. ‘Adımdan gayrısını bilmiyorum’ diyor Şair ve yine şiir, yine şiir… İnsan bir ikindi sıkıntısına her şeyini feda edebilir; yıkabilir bendlerini ve asabilir ansızın daraağacına sevinçlerini, saatlerini en güzel yenilgiye kurabilir. İnsan vehmedebilir aşka ki neden olmasın yani aşka yani kadîm yanılgıya, umutsuzca… Aşk ve umut bir yalana bağdaş kursun ve sussun gerisi…

Bağışla! Kendine gün süsü veren aydınlığı, yıldızsız gökyüzünün altında kurulan düşleri hatta. Bu pus dağılmayacak, belli. Bu şehrin gergefine yalnızlığı işlemiş kadınlar, sonra onu kilitli bir sandığa kapatmışlar. Bu yüzden hikâyesizliğini bir kader gibi taşıyor alnında. O kadınların yüzlerini arıyorum şehrin aynalarında, sokakların ruhu paramparça. Günler günleri kovalıyor, mevsimler yer değiştirip adres şaşırtıyorlar, duvarlar ansızın aşıyor boyumu. Dilim varmıyor anlatmaya; sokaklar çocukları terk ettiğinden beri küskün akşamüstleri birikiyor kaldırımlarda. Hani meselâ bir meşin yuvarlağın izine takılmıyor ayaklarım, sobelenmemek için sakınıyorum kendimi bir ağaçtan, ağaç sakınmıyor kendini kederden oysa. O kadınların yüzleri evlere dönük, evlerin pencereleri demirden.

 Bitmeyen şarkı yapmışlar son meczubun hatrına. Şehrin arka sokaklarını adımlarken mırıldanıp duruyorum, şarkı uzadıkça nakaratını şaşırıp yeniden başa sarıyorum.  Mevsimler geçmiyor bu yüzden, yolcu terk etmiyor viraneleri, kederin dili susmuyor. Renkleri sınıyor meczup: Papatya sarısı, gök mavisi, su yeşili… Zincirlemiş kendini yaşamak denen sanrıya, tuvalinde benzersiz bir karmaşa. Bulabilsem izini, sesine varabilsem, dokunabilsem rüyalarına, kuşkularımın kadehi kırılsa… Bir yağmur boşalıyor, yarılıyor gök kahrından, siliyor izlerini. Toprağın muradı yüreğin çölüne sağır, yükü ağır yola düşenin.

 

 Bavulumda cümleler, cümleler, cümleler… Hangi birini nereye ekmeli bu kuraklıkta? Kiminin umudu sinmiş hecelerine, kimine umut olmuş da ağıdına yol vermiş. Dünyanın nazarı değmiş kimine, bir daha gün ışığı görmeye yetmemiş ömrü. Bir önceki kırgınlık resmi bavulun duvarına yapışmış, hiç okunmamış bir dize nasılsa sığışmış yeni kıyafetlerin arasına, ah o kahkaha sonrası kırılan vazo, o bile bir parçasını sinsice eklemiş yüküne. Zaman içinde kaydı düşülmüş nedensiz yakınmalar, bir parçası eksik kalmış gülümsemeler, mutluluklar hatta artık hayata dair olmayan.Yolculuk boyunca kenarları aşınmış, derisi pul pul dökülmüş bir bavulun yorgunluğunu nasıl anlatmalı? Haramilerin gölgesi sinmiş hazinesine, kapanmış içine, kurumuş dili. Bir cümle olsa, düşürse kendini ayaklarımın dibine ve  hayatı dize getirse, tek cümle. Sonra emanet etse kalbini  ölüm düşüne. Bir sapak bulunur, diyor ölüm düşü, seyrini terke zorla kalbini, hiç mi çarpmadın sen buzdan sayhalara? Çarptım, bedenime vurdu gölgesi yitirmelerin ve sesimi parçalara ayırdı soğuğu üşümelerin. Siz gidin, ben bu yükle hep gitmekteyim.

21 yorum:

  1. Ben bu şehre değil, şehir bana küskün. Gözlerimde kalan kırık dökük bir yansıma, kırılan bir aynanın derinliğinden düşen bir çığlık, sessizliğe sızmış bir çığlık... Geceyi içime çektiğimde, kendi gövdemi bulamıyorum.. İçimden bir zamanın toprağına gömülüyor... Ve ben, bir toprak daha, bir yitik daha, bir suskunluk daha arıyorum. Şehir gözlerimin dışında bir yabancı, yüzüne bakmak istesem de yaklaşamıyorum... Her adımımda daha da kayboluyorum, karanlıkla sarılmış bir hayalet gibi... Yüzüm eski bir duvarın gölgesine yansımaktan başka bir şey yapmıyor. Belki de hep yabancıydım bu sokaklarda, belki de hep düşlerimdeydim. Ve biz, her birimiz bir çeyrek yüzyıl daha kayıp hayallerle geçip giden kuytularda avare, zamanın kudretinden şüphe duyarak, yavaşça yitiriyoruz renklerimizi. Evet, yaşadık, ama kimse fark etmedi yaşadığımızı. Belki de hayat sadece sessizce geçip giden bir gölgeydi. Bir şey var orada, her şeyi kirleten bir şey; kırmızı, boyalı dudaklardan akan yalanların içinden geçip yıkılan bir evin duvarlarında yazılı. Hangi göğüs var ki, bu şehrin cehenneminde tutunabilir? Her nefes bir yitik zaman ve her an bir yara daha açıyor göğsümde. Ve biz, biz mi kalacağız geriye? Bütün bu şarkılar gözlerimde titrerken susuyor, kelimelerim parçalanıyor birbirinden ve sözlerimin savrulduğu rüzgâr her şeyi silip süpürüyor. Bir âvâre daha, her şeyin tam ortasında, yitirdiği ellerini daha büyük kayıplara kavuşan bir dünya için uzatıyor. Ne duruyor bu yolda, ne de durduğum yerde... Her adımım bir eksiklik, her adımım bir ihanet. Hayat, bir türlü gölgesini geride bırakmıyor ve yine başlıyor yeni bir terk edilişin gönülsüz yolculuğuna. Bir rüzgar daha, bir kuşun kanadında kaybolan sözler kadar uzak. Nereye giderim, bilmem. Her yer bir yıkım, her köşe bir çığlık, her adımda yorgun düşen bir ömür, kaybolan umutların gölgesinde birer birer yitik zamanlar toplanıyor. Ve ben, bütün bunları derinden, içimden sessizce gülümseyerek, görerek, hissediyorum... Ama ne fayda, bir tek cümle daha yetmez, bu boşluğa bir adım daha bensiz düşecek her şey. Ve hiçbir kelime yitirdiği zamanın yankısına dokunamayacak. Bütün bu zaman, bir sövgü gibi dudaklarımda duruyor, geriye hiç bir şey bırakmadan. Bir kuş daha savrulacak, bir gövde daha bu kaybolan sokaklarda bensizliğe terk edilecek. Ben bu şehre değil, şehir bana küskün...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şehirlerin ruhu örselenmiş, sakınıyoruz ruhumuzu bu çoraklıktan. Oysa elinden tutup ayağa kaldıracak olanlarımız da sırtını dönerse, nasıl çözülecek dili sokakların, derdini içine akıtmaktan çürümeye durmayacak mı?
      Kalem kaleme durmuş, seyrine kuşlar dikkat kesilmiş, lâl olmuş dilleri gönüllüce. Şehir küsmesin, kelimelerin intiharına varana dek susmasın da.

      Sil
  2. hangi pencere
    hangi hayâlin bozgununa açılır?
    ve hangi yanılgı gizlenir
    kuytusunda karanlığın?

    insan bir yalana kırılmak için
    neden bu kadar hevesli,
    sezgilerinin intiharına
    böyle sarsıntısız bağlıdır,
    neden?

    suya yazmak gibi,
    suya,
    yani hafızasızlığa,
    umursamazca…

    sözcüklerin hayâl sattığı doğru,
    sustuklarında kuruyan ırmakların la’neti hatırlatıyor
    çaresizliğini insana...

    YanıtlaSil
  3. başka türlü olsa,
    bir daha yıkansak o ırmakta
    ve hayat o ân’dan başka bir handa
    konaklamasa.
    yalın bir sözcüğün yakamızda nasıl durduğuna aldırsak
    ve yaşamak denen tedirginliğin
    başımıza açtıklarını yok saysak…

    yolumu şaşırıyorum;
    yol kaçırıyor gözlerini,
    ve çalılıklara takılan düş
    ölümlerine uzandıkça,
    sapıyor güzergâhından.
    bir yar kenarında konaklıyor bütün çıkmazlar,
    başlıyor aralarında tatlı bir atışma.
    hiçbir dilde karşılığını bulamadığım bir ikindi sıkıntısı
    boğuyor tüm sesleri,
    seçemiyorum renkleri.
    ‘Adımdan gayrısını bilmiyorum’ diyor Şair
    ve yine şiir,
    yine şiir…
    insan bir ikindi sıkıntısına
    her şeyini feda edebilir...
    yıkabilir bendlerini
    ve asabilir ansızın daraağacına
    sevinçlerini...
    saatlerini en güzel yenilgiye kurabilir...
    insan vehmedebilir aşka,
    ki neden olmasın
    yani aşka
    yani kadîm yanılgıya,
    umutsuzca…

    YanıtlaSil
  4. aşk ve umut
    bir yalana bağdaş kursun
    ve sussun gerisi…

    bağışla
    kendine gün süsü veren aydınlığı,
    ve yıldızsız gökyüzünün altında kurulan
    düşleri, hatta...

    bu pus dağılmayacak, belli.
    bu şehrin gergefine yalnızlığı işlemiş kadınlar,
    sonra onu kilitli bir sandığa kapatmışlar.
    bu yüzden
    hikâyesizliğini bir kader gibi taşıyor alnında.
    o kadınların yüzlerini arıyorum,
    şehrin aynalarında.
    sokakların ruhu paramparça...

    günler günleri kovalıyor,
    mevsimler yer değiştirip
    adres şaşırtıyorlar...
    duvarlar ansızın aşıyor boyumu.

    dilim varmıyor anlatmaya;
    sokaklar çocukları terk ettiğinden beri
    küskün akşamüstleri birikiyor kaldırımlarda...

    YanıtlaSil
  5. hani
    meselâ bir meşin yuvarlağın izine
    takılmıyor ayaklarım,
    sobelenmemek için sakınıyorum kendimi
    bir ağaçtan,
    ağaç sakınmıyor kendini kederden oysa...

    o kadınların yüzleri evlere dönük,
    evlerin pencereleri demirden.

    bitmeyen şarkı yapmışlar,
    son meczubun hatrına.
    şehrin arka sokaklarını adımlarken
    mırıldanıp duruyorum.
    şarkı uzadıkça,
    nakaratını şaşırıp
    yeniden başa sarıyorum...
    mevsimler geçmiyor bu yüzden,
    yolcu terk etmiyor viraneleri,
    kederin dili susmuyor...
    renkleri sınıyor meczup:
    papatya sarısı,
    gök mavisi,
    su yeşili…
    zincirlemiş kendini yaşamak denen sanrıya,
    tuvalinde benzersiz bir karmaşa...

    bulabilsem izini,
    sesine varabilsem,
    dokunabilsem rüyalarına.
    kuşkularımın kadehi kırılsa…

    bir yağmur boşalıyor,
    yarılıyor gök kahrından,
    siliyor izlerini...
    toprağın muradı yüreğin çölüne sağır,
    yükü ağır yola düşenin.

    YanıtlaSil
  6. bavulumda cümleler...
    hangi birini nereye ekmeli bu kuraklıkta?
    kiminin umudu sinmiş hecelerine,
    kimine umut olmuş da,
    ağıdına yol vermiş.
    dünyanın nazarı değmiş kimine,
    bir daha gün ışığı görmeye yetmemiş ömrü. 
    bir önceki kırgınlık resmi
    bavulun duvarına yapışmış.
    hiç okunmamış bir dize nasılsa,
    sığışmış yeni kıyafetlerin arasına.
    ah o kahkaha sonrası kırılan vazo,
    o bile bir parçasını
    sinsice eklemiş yüküne.
    zaman içinde kaydı düşülmüş nedensiz yakınmalar,
    bir parçası eksik kalmış gülümsemeler,
    mutluluklar hatta,
    artık hayata dair olmayan...

    yolculuk boyunca kenarları aşınmış,
    yorgunluğunu nasıl anlatmalı
    derisi pul pul dökülmüş bir bavulun?
    haramilerin gölgesi sinmiş hazinesine,
    kapanmış içine,
    kurumuş dili...

    bir cümle olsa,
    düşürse kendini ayaklarımın dibine
    ve hayatı dize getirse,
    tek bir cümle.
    sonra emanet etse kalbini
    ölüm düşüne...

    bir sapak bulunur, diyor ölüm düşü
    seyrini terke zorla kalbini,
    hiç mi çarpmadın sen buzdan sayhalara?
    çarptım,
    bedenime vurdu gölgesi yitirmelerin
    ve sesimi parçalara ayırdı
    soğuğu üşümelerin...

    siz gidin,
    ben bu yükle hep gitmekteyim...

    YanıtlaSil
  7. (tek parçayı çok uzun bulduğu için parçalara ayırdım. )

    ve siz şiirin kenarından bile geçmiyorsunuz, öyle mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bilakis kenardan kıyıdan, etrafını dolanarak geçiyorum şiirden. Şiir ciddi bir uğraş, benimkisi 'gibi' şeyler olur olsa olsa. Gerçek şiir mi istiyorsunuz ve de Şair? Buyrun o vakit:
      "ve bu benim
      yalnız bir kadın
      soğuk bir mevsimin eşiğinde,
      yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın
      başlangıcında
      ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu
      ve bu beton ellerin güçsüzlüğü

      zaman geçti
      zaman geçti ve saat dört kez çaldı
      dört kez çaldı
      bugün aralık ayının yirmi biridir
      ben mevsimlerin gizini biliyorum
      ve anların sözlerini anlıyorum
      kurtarıcı mezarda uyumuştur
      ve toprak, ağırlayan toprak,
      dinginliğe bir belirtidir.

      zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı

      sokakta rüzgâr esiyor
      sokakta rüzgâr esiyor
      ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum
      cılız, kansız saplarıyla goncaları,
      ve bu veremli yorgun zamanı
      ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor
      damarlarının mavi urganı
      ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından
      yukarı süzülmüştür
      ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi
      yineliyorlar
      -selam
      -selam
      ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum

      soğuk bir mevsimin eşiğinde
      aynaların ağıtı topluluğunda
      ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında
      ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında"

      Sil
    2. ehh o da denemiş işte.. kıyısında dolanmış..

      Sil
    3. Diyorsunuz... Füruğ için sağlam kavga edebilirim, bu yüzden hiiç girmiyorum oraya:)

      Sil
    4. buyrun bileğleyin kılıçlarınızı :)

      Sil
    5. Bir tabir kullanacağım, teşbihte hata olmaz cevazına sığınarak: Kanla yazmak...
      Füruğ canından can koparır gibi konduruyor dizeleri sayfalara. Her adımda iliklerinizde hissettiğiniz bir yakînlik duygusu. İç çekiş gibi; şiiri dipte en dipte yakalıyor Şair ve kadın ruhunun bütün notalarına vurarak yazıyor. Hani bazen dersiniz ya tek bir dizesi bile yeter Şair kimliğini parlatmaya, o kadar çok var ki bendeki izdüşümünde.

      Sil
  8. bir kısmı çıkmamış

    YanıtlaSil
  9. yeni bir şey söylemiyorum;
    duysun beni
    nefesi şiir kokan kuytular,
    neşeli şarkılar fısıldayan yaz çiçekleri,
    umut taciri kuşlar…
    hayatın sıratında duruyor kelimelerim;
    gitmekle solmak,
    susmakla unutmak arasında.

    bütün vurgunluklarımı dağıtıyorum etrafa,
    bulsun dengini
    ve kırsın
    dünyanın çürümekten yapılma dizlerini...

    bir pul kadar değeri yok
    bulup kaybetmelerin,
    yaş aldıkça zaman..
    bir pul bile satabilir kendini
    unutulmuş bir rüyaya,
    kurutulmuş bir hülyâya.

    esniyor durmadan içim,
    esniyor ve kabarıyor,
    sığmıyor kendine...

    dünya uğultulu bir kovan,
    yaldızlı cümlelerin bezginliği bakî...
    sen bu günahın en beyaz tarafındasın sanki...

    sus payı vermiyor kibrin
    ve konuşmak yaramıyor yarana...
    hatırlamak ki,
    senin paramparça aynan,
    sığınmışken bir sırra.

    yeni bir şey söylemiyor bana hayat
    biliyorum,
    beklemiyorum da...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu formda daha okunası ve vurucu geliyor evet. Fakat yazarken şiir niyetiyle başlamak insanı köşelere sıkıştırıyor, yoruyor, ahenk kaygısına düşüyor ve içinize çağlayana ket vuruyorsunuz sanki. Bu yüzden mensur şiir tarzı-iddia olmadan tabi- tercih ediyorum. Demek ki yeterince yetkin değilim bu formda.

      Sil
  10. Serbest nazım okumasını bilene şiirdir.. Sizin yazılarınız da..

    'Şairler yalancıdır' demişler, ama ben pek inanmadım bu yalana..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Artık sadece yalancıdır şairler, artık şiir tedavülden kalkmış gibi.

      Sil
    2. "Hadi gidiyorsun
      yürekten kan gidiyor, sen gidiyorsun
      herşey gidiyor
      gökte bulut, dağda kar, düzde kervan gidiyor
      solgun bir gül oluyor insan
      bir demet kır çiçeği ölüyor sen gidiyorsun
      ne ucuz yaşıyorsun, ne kolay
      bir kristal gibi ellerimden düşüyorsun
      bakma öyle
      ben kanıyorum sen üşüyorsun

      Kolay değil bir yalan bu
      yaralayan kanayan koca bir yalan
      yalan işte
      sevdiğim yalan
      şarkılardan arta kalan ve sabah buğusu
      ve tarla faresi ve ekmek derdindeki işçi kalbi gibi
      yumuşak sıcak bir yalan
      ıslak gözlerimle geçiyorum
      yaralı bir ceylanın kalbinden
      ceplerimde kül var
      bir yangından arta kalan

      Sorduğum adreslerde kimse olmuyor
      ve kimse olmuyor ben sorduğum zaman
      her şey bir yalan gibi yandığı zaman
      yalnız olduğunu anlıyor insan
      anladım ve geçtim
      yaralı bir ceylanın kalbinden

      Aynamı kırdım fotoğraflarımı yaktım
      nasıl da acımasızdım tafralarıma karşı
      nasıl da umarsız

      Su gördüm düşümde
      karanlıktı ve gürültüyle çağlıyordu
      ceplerimde kül vardı ve yanıyordu
      sonra sabah oluyor
      ve bir ceylan kalbinde alem ağlıyordu

      Hayır diyordu bir dağ köylüsü
      hiçbir şey için geç değil
      ve geç değil bir şey için hiçbir şey
      bişey vardı öyleyse bişey
      beni çeken
      gecenin duldasından uzağa
      kocaman çayırlara çeken bişey
      gümrah ırmaklara
      sonra sıcağa sonra acıya
      sonra yaralarıma merhem olmaya kapıma dayanan
      bişey

      Tutsana beni, bırakmasana
      olsun yaralasana
      olsun, ağrısa da
      yalan da olsa, kalsana

      Dağ köylüsü
      aşkın olduğu yerde ben varım
      sen olmasan da ben varım
      yağmur yağar saçlarım filizlenir
      bir yıldız düşer omuzlarıma
      ıslık çalar ıslanır şarkılarımı söyler geçerim kapından
      camların buğusundan ve yağmurun kokusundan
      tanırlar beni
      bilirler
      en iyi yalanlarını ben alırım onların
      adresler sorarım kimseler oturmaz orda
      ve kimseler olmaz ben sordukça

      Dağ köylüsü
      şimdi gidersen
      şimdi git
      kalırsan şimdi"

      Sil
    3. Dinlemekten haz aldığım bir şiir, hatırlatmanız ne güzel oldu.

      Sil
  11. madem günün teması "yalan"

    YanıtlaSil