Karlı bir 6 Şubat gecesi uyandıracak bir ‘dost’ olmadığının farkına varmak bile yeterliydi şairlerin yanıldığını ispata. Hiç bir şey hissetmemek dedikleri bu olsa gerekti. Ne öfke, ne keder, ne sızı, ne yokluğun sancısı... Toprağın tersi yüzünden daha öğreticiydi kuşkusuz. Ayağımızın altındaki yer dalgalandıkça, duvarlarımızın derinlerinden gelen çatırtı sesleri arasında var oluşun kodları yeniden yazıldı.
İbret kavramını o kadar çok dillendiriyoruz ki, bir noktadan sonra tılsımını yitiriyor ve anlam kaybına uğruyor. Evet, düştüğü yerden kaldırıp iade-i itibar kazandırmak lâzım bu kavrama ki, hak ettiği zirvede yeniden kuşatsın hayatımızı. her hâlimizin ibret tablosunda bir karşılığı olduğu zor zamanlardan geçerken, verdiğimiz sınavın sertliği ve güçlüğü karşılıyor bizi. Karanlığın en koyulduğu yerde aydınlığa kavuşabilmenin formülleri çeşit çeşit, insan sayısı kadar. Kıyamet provası diyoruz, bir araya gelip o günlerin muhasebesini yaptığımızda. Dört bir koldan sınandığımız gerçeği sohbetlerimizin baş köşesinde yer alıyor her zaman. Tahammül, sabır, acıyı karşılama şeklimiz, öfkemizin kör kuyusuna düşmeme çabası, diğergamlığın zorluğu, yine de yenilmemek 'ben' histerisine, şartların getirdiği zorluklara yenilmemek azmi... Her biri ibret levhasının tuvalinde reel bir değer olarak duruyor öylece.
Sonra dönüp arkanıza bakmak için bir solukluk es payı bulduğunuzda apaçık görüveriyorsunuz: Kim kalmış kim gitmiş, kim vefa ağacından bir parça dal uzatmayı bilmiş, kim dökülmüş kuru bir yaprak gibi kaderinizin dibine. Soluğunuz genişledikçe muhasebe daha derinden ve en gerçek kelimelerle düşüyor yüreğinize. O yürek o kadar zorlu ve keskin bir sınavdan geçmiştir ki, kederi bile romantize etmekten imtina eder olmuşsunuz. Gidene hayıflanmamayı istemsiz bir kabullenişle karşılamış ve tutunduğunuz dallarla birlikte yeniden nefes alan toprağa kök salmışsınızdır çoktan.