1 Nisan 2020 Çarşamba

Tuhaf Zamanlar

O kadar unutmuşuz ki durmayı, yürümeyi öğrenen çocuk gibi yeniden hatırlıyoruz var olmayı. Nefes almayı telâşsız, duvarlarımızın rengini, sevdiklerimizin gözlerine bakmayı ama gerçekten görebilmeyi, saatin sarkacına hayıflanmamayı meselâ.

Kimimiz sevmedi bu zorunlu inzivâyı. Nisyânın bize oynadığı oyuna yenik düşüyoruz. Daha önce bakmayı ihmâl ettiğimiz gökyüzünü özlüyoruz, ne ironik değil mi? Sokaklarda umarsızca dolaşmayı isterken en son ne zaman bir türküye eşlik ederek o sokakların ruhuna yolculuk ettiğimizi hatırlamıyoruz bile. Ama özlüyoruz işte. İçimize hapsolduk ve içimizin masıl bir yer olduğunu unutmuşuz. Albümleri karıştırıp geçmiş zaman hâllerimizden bir şeyler umuyoruz sanki, günü öteleyebileceğimiz ipuçları...

Kimimizin anksiyeteleri boşalmış dizginlerinden, uykularda bile rahat yüzü görmüyor. O kadar kaygılıyız ki; onlarca kez seyrettiğimiz aynı habere yeniden kurban ediyoruz dinginliğimizi. O soruyu hiç sormuyoruz kendimize: Sana ne faydası var ki?...
Kimimiz evlere şenlik; gâvurun oyunu bu, evet evet yine kandırmaya çalışıyorlar bizi. Ama bilmiyorlar ki biz kül yutmayız, inadına sokaklara vururuz kendimizi. Ne söylenir ki?...

Bazılarımızın yıllardır biriktirdiği ukdelerine ilaç gibi geliyor bu inziva. Her birinin itinayla tozu alınıyor, heyecanla hayata dair kılınıyor. Raflarda solmuş kitapların teni tazeleniyor, fırsat bulamadığımız için izleyemediğimiz filmler tek tek sıraya diziliyor, mutfaklarımızdan yükselen ekmek kokusu ve birlikte olmanın verdiği hazz ve beş duyumuzun yenidenliği...

Kimimizin şükrü artıyor kimimizin sabrı. Kimimiz sınandığının farkına varıyor, nedâmete sığınıyor. Kimimiz kaybetmekten korkuyor bu sınavı, huysuzlanıyor.

İşte böyle bizim hâllerimiz, nasılsak öyle karşılıyoruz aslında olan biteni. Savaşımızın öznesi biziz. Bu defa yenilmek ya da zaferle çıkmak elimizde değil evimizde. 

1 yorum:

  1. ''Bu ne acındırıcı mantık? Benim merhamet tezim bir dedektif kaidesi midir ki suçluyu bulsun? Ben diyorum ki, her fert başucuna “suçlu benim, herkes suçsuz” levhasını asmalıdır. Ben diyorum ki, yegâne kurtuluşumuz, herkesin herkesi affetmesindedir. Daha ötesi kanunların sorumluluğuna girer. Ama görüyorum ki anlatamıyorum. Hissediyorum ama anlatamıyorum. Çocuk, “ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz” dedi. Ağladıkça anlıyorum. Ağladıkça anlıyorum. Artık bütün mantık hesaplarımı kaybettim. Hem de öylesine kaybettim ki, Amerika’da bir cinayet işlense de, dünya çapında bir ses sorsa: “Katil kim?”. “Benim” diye haykırabilirim. Soğuk kış geceleri köprü altında yatan çıplakların vebali benim boynumda, gömleğimin yakasında… İsterse çareme adlî tıp baksın. Fakat bir hastaneye girsem de kan kanseri çeken hastalar görsem, “acaba onları bu hâle ben mi getirdim” diye düşünüyorum. Ben ne yaptım? Uykuda, baygınlıkta, annemin karnında, babamın kanında hangi cinayeti işledim. Hangi mukaddesi kirlettim ki, kendimi gelmiş gelecek tüm fenalıkların tek sorumlusu biliyorum. Dışımda ne arıyorlar? İçime doğru suçluyum ben. Bir de kalkmış kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş gidiyorum. Reis Beyefendi! Ceketim benimdir, cep ceketime aittir. Eroin de o cebin malıdır. Ben suçluyum. Bana acımayın Reis Beyefendi! Bana acımak merhamete haksızlık olur!'' Reis Bey, Kısakürek

    YanıtlaSil