27 Nisan 2020 Pazartesi
Hâl ile...
İtiraf ediyorum, iç cebimde gizli bir hesap taşıyorum bazen. Sağ gösterip sol vurmak gereği doğduğunda kullanması pratik olsun diye. Yok öyle kamu zararlısı bir hesap değil bu, zaten çok da kamuya ait bir tip olduğum söylenemez. Kamu demişken, hâlâ seviyorum bu evde kal hikâyesini, dipnot olarak.
Genelde dümdüz olmayı seviyorum,; ikircikli tavırlar, ‘ben ‘a’ dedim sen ‘ğ’ anla’cılık, yüze gülüp köşeyi dönmeden hatta bukalemunculuk-genelde gülmediğim için bana pek uğramıyor bu illet- daraltıyor beni, oksijensiz kalıyor bünye, devreler harap oluyor. Kopuyor durduracaklarım bazen, yokuş aşağı, mevlâm kayıra hâlleri. Neyse bu konulara daldığımda kilitleniyorum, geçelim.
Hesap diyordum evet. Bunun için en elverişli alan hânem tabi ki. Kızımla gündelik sohbetlerimizde, insan davranışlarını masaya yatırmış otopsi havasındayken, duygulardan, ilk aşklardan, dip vurgunlardan, hayattan yani bahsederken gizli bir ajandam var. Mâlum literatür farkı büyük, siz dillerini çözmeye uğraşmazsanız, hepten kopuk iki uzak nesil oluveriyorsunuz. Dinlediği müzikleri, okuduğu macera romanlarını, izlediği dizileri takip etmek yetmez, bir de oturup onunla kritiklerini yapmak durumundasınız. Böyle kurulur o köprü, o bağ...
İşte ben böyle muhabbetin koyulduğu zamanlarda -ki eşref saatleridir, hava ılımandır- ara ara çıkarıyorum iç cebimdeki hesabı ve muhabbete çaktırmadan dahil ediveriyorum.
‘Örneğin’ demek yerine ‘meselâ’ deyiveriyorum. ‘Hunharca’ harcamış kızı esas oğlan diye çıkışıyorum. O ne ya diyor önceleri. Bozuntuya vermeden bir sürü jenerik kelime kalabalığıyla anlatmaya çalışıyorum sakin sakin. Hâliyle beziyor ve ‘tamam anne tamam, anladım. Hunharca işte’ deyip düşürüyor yakasından beni. En çok ‘tevâfuk’ da uzuyor izâhat. Bür başka seviyorum kavramı ne yapayım? Yerine ‘ikame’ edilebilecek bir kavram bir tanım yok deyince, ‘ikame’ ne demeye korkuyor, hz.google sağolsun, ‘bilâhare’ çalınacaktır kapısı.
Bir gün dank ediyor kafası. Okuldan bir hışım geliyor, beni karşısına alıyor ve açıyor kara kaplı defteri. ‘Yaw anne senin yüzünden ben konuşurken arkadaşlarım uzaylıymışım gibi bakıyorlar. Beynime kazımışsın bazı kelimeleri kullanıveriyorum farkında olmadan. ‘Ben şok, ben iptal’ moduna giriyor herkes. Sayende hiç arkadaşım olmayacak. Sağol ya.’ Hamle şiddetli, önce top göğüste yumuşatılmalı, nasılsa rövaşata an meselesi. ‘Ben varım ya, mutlu değil miyiz böyle’ sevimliliği yokluyor ortamı. İşe yaradıysa ordan devam. ‘Az ve öz olacak arkadaşların, buna hazırlıklı ol. Çünkü hep bir adım önde karşılayacaksın hayatı kuzum, farkındalıkların sivrildikçe yalnızlaşacaksın biraz. Şimdi söyle bana, hangisi olmayı seçerdin?” Yüzündeki ifade yumuşuyor, sûlh ilânı cepte. Skorborda göz kırpıyorum. Nur:1 Dünya:0
Ezcümle: Sorunu çözdüğümüze göre, ‘sûlhun’ gereği birer mehmet efendi yap gel de ‘hâlleşelim’
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Süper taktik, zekâ ürünü. Denemek lâzım:)
YanıtlaSil'farkındalıkların sivrildikçe yalnızlaşacaksın biraz' << kaçınılmaz son mu bu?
YanıtlaSilKendi deneyimimden cevap verebilirim buna. Evet kaçınılmaz son. Önceleri aynı sudan içip katılmak istiyorsunuz kalabalığa. Direnciniz ağır basınca duruluyor ve farkındalıklarınız sivrilirken, siz yontmayı öğreniyorsunuz sivriliklerinizi. Zamanla yani sağlam durmaya çabaladıkça, kalabalık da sizi böyle kabul etmeyi, siz de onlarla ortak bir noktada buluşmayı öğreniyorsunuz. Ama değişmeyen şey yalnızlığınız. Az ve öz olması tercihi bununla barışık kılıyor zaten sizi.
Sil