28 Aralık 2010 Salı

Acıların Var Daha

Bir ben miyim böyle deli
böyle bungun
geçtim bir aşkın hoyrat öpüşlerinden
senden, serden, gülden de geçtim
durulmadı yine de
bu hain, bu bıçak sırtı fırtına

dokunsam belki terkederler beni
ağlasam kovarlar diye topraklarından
serüvencilerin zalimce kanattıkları
bir gülüşün
esridiği yerdeyim

yaşamayı unutmuşluğum
her acıya saldığında ruhumu
bir ruhum olduğuna inanmıyorum
oysa hala
yeryüzüne manasız asılmış
iki aykırı uydu
gibi gözlerin
durulunca deniz
çalıntı aşkları çekip de derinine
seni kıyılarıma vuruyor
o arsız gülücükle

durmadan ihanet kokuyor saçların
yosun dibi gözlerinde çakır keyifler
işte o zaman ki hangi gülse
yari bir saman alevinde yitiren
ağıtları kına diye yakıyor ellerine
üşüyor, üşüyor, üşüyor
elleri gülün

18 Aralık 2010 Cumartesi

Ey Gözleri Matem


Ey gözleri matem!
De ki karanlığın son demlerinde yırtılır gecenin örtüsü. Sen ne kadar hoş kılsan da gönlünü karanlık yorulur uykuları taşıyamamaktan, sabaha varır.
Ey kançanağı sırrım!
Bilirim ki değmezsin nazarına mehtabın. Gel dersin, bütün ara sokakları sana açılır şehrimin.

12 Aralık 2010 Pazar

Söz Bendini Kırmadı Daha

Vur, dağılayım
Görme bendeki seni, kalsın
Zaten ateş karası gözlerindeyim senin
Zaten bir daha olmayacak aşkın
Sen uzakların olgun ışığı
Beni karanlığından alıkoyduğundan beri
Dünya kalın ve isli duvarlarından başlıyordu
Ağlamaya

22 Ekim 2010 Cuma

Yol Hikayeleri...

Bir yerlerde bittiğini görürsün ama gönlün elvermez yine de devam etmemeye.Dalgalar çeker seni,içinin denizleriyle başedemezsin.Ama bilirsin,zira en güzel,en erken kaybolandır ufukta.

Neylersin;şiirin natamam demlerindesin...

6 Eylül 2010 Pazartesi

Yeniden O Köprüden Geçmek Gibisi...

İşte yine oldu değil mi?Yeniden "kurutulmuş gül yaprağı"ruhuna döndün gerisin geri.

Yorgunluğuna ve dökülenlere bakmadan kendini aynalardan arındırmaya kalkman kadar komik olan bir başka şey daha var;nereye gidersen git sonunda hikayen kadar hükmün oluyor bu dünyada.Ya sıradan ve serüvensiz,ya sevimsiz ve kedersiz...

Ya mutlusundur bu oyunda,en az yeşilçam solukluğunda...
Ya da kalmışsındır Araf'ta,dumanı tüten bir acının koynunda.

Öncene bakma,sonranı kurcalamaya da kalkma sakın.
Bir sus,bir nefeslen,bir dur,bir ez içindeki huzursuz sesi.
Serserilik harcın mı senin?Divane misin nesin?













                                                                                     Ancak bir Karaağaç gölgesi kadar işte...
                                                                                        

20 Ağustos 2010 Cuma

Şehriyardan Esen

Sen uzaktayken kurulurdu tahtı aşkın
Göğsüne sığınmak yalnızlığının
Şarkıların gözlerine zeval gelmezdi
Bir hasretin peşi sıra
Sen yokken sancısı güzün
Direnci mutluluğun
Koy verirdi kendini bir tek hatırana

Gelmeni beklerdim kim bilir kaç çareden yüz çevirip
Orada
Hani bir hayalin avlusunda
Kuytusunda bir şehrin
Şehrimin
Bütün çocukları pamuktan şekerdi
Erirdi sensizlik bir inzivada

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Kırkbir Yaş

Sınandım,vefasızlıkla...


Belki kararlılıkla üstümde taşımaya azmettiğim bağımlılık lanetidir bu.Belki hayatın hep bu tarafından daldım derinliklerime.

Derinlikli değildim aslında,sağlam durmadım hüznüme yamanan insanların bahçemdeki gülleri ezişlerindeki hoyratlığa.Oysa dedim hep oysa...

Oysa yakamızdan ne düşerse düşsün gittiğimiz kendimiz değil midir bu hayatta?

Bir antikacı hevesiyle toplamaya kalkıyorum ya 41 yaşın sancısıyla dağılan parçalarımı.Becerebildiğim kadarıyla diyorum,son bir umutla bitiyor sayıklamalarım.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Selma'nın Gözleri ve "Yol" Hikayeleri

Cama düşürdüğünüzde başınızı aksiniz başka biri gibidir ve söyleşir sizinle en tanıdık,en yabancı sesinizle. Zengin düş evlerinde, "herkesin birbirine kardeş olduğu"düşler görürsünüz ve gerçekmiş gibi gelir,ya da hayalmiş gibi.


Hiç bir zaman emin olamazsınız az önce size gülümseyen "Selma"nın gözleri midir,yoksa bir düş yanılsaması mı?

Şehirlerden geçersiniz,kendi halinde nefes alan kasabalardan.Geceleri dağ köylerinin ışıkları sizi hikayelerin kuyusuna salar.Sırf bundan gece inanılmaz bir gerekçedir uzun yolculuklar için.

Herşeyden Fazla

Kavuşma figürüne mâni hiçbir sebep yok,öyle mi?


Leyla bir adım uzağında,elini uzatsan tutuverecekmişsin gibi.Aşk başından itibaren bir yaranın durmadan kanırtılması oysa.Gözyaşının mutluluğa göz kırpan tarafı bunun mirası mıdır ki?

Yeryüzü yeterince değil,dünya bu ağırlığı misafir edecek kadar olgunlaşmadı daha,insanların yarenliği menzilinden çıkartandır hikayeleri…

4 Temmuz 2010 Pazar

Yoluna...



Ey Hayat !

Cesaretimi senin dergâhında büyüttüm ben.
Dizelerime yol veren sensin ve gülüşlerime ket vuran.
Hazan dedin,mevsimlerden düşmeyi öğrendim.
Nevbahar kadar uzak durdum çiçeklere.
Sararmış bir yapraktan daha güzel kim düşebildi ki toprağıma bugüne kadar?
Kim böyle sade bir törenle beni kendine aşık etti?

O düşerken sen eskidin ve ben buna hıçkırık dedim.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Kızıma Mektup

Gün doğumum,cânımın Cân’ı,hayat gülüşlüm…

Seninle ilk tanıştığımız gün kadarım ben bu hayatta, ilk kalp atışım ve ilk çarpılışım maviye.

Geldin; muştusuna dünya eğildi, bahar çiçekleri nefesinden devşirdi kokularını,masallar kadar pak bir seyirlikti gelişin.

Sen geldin; dünya tazelendi, yüreğim serinledi, yaz güneşi vuslata erdi. Kollarımda bir küçücük cân, bir acemi yürek atışı ve gözlerim bir yağmur vurgunu…

30 Haziran 2010 Çarşamba

Hayat! Mutluluk Borcun Birikiyor…

Kaldırıp attığımız, buruşturup anlamsızlaştırdığımız
ayrıntılarda yakalanmamış güzellikler adına…

-Kaç zamandır oturup ta seninle şöyle dizdize,iki çift lafın belini bükmüyoruz biliyor musun? Öznesi ayarsız,heyecansız,kurgusuz ,sevimsiz kısacık cümlelerle sürüyor seninle kavgamız,bu bir tesadüf mü?

-Benim dünyam tesadüflerin esaretine ihtiyaç duymaz,tüm saatlerimi bir düzen ve ahenk üzere kuruyorum.Hoş bunu sen de iyi biliyorsun ama nedense bugün beni sinsi bir planla sahaya çekme gayreti görüyorum gözlerinde.Üstelik hiç hayra alamet gelmiyor bu parıldayış.

-Belki son derece masumane bir iç döküş,özlediğim bir zamanda kayboluştur istediğim. Neden sebep arama kaygısı taşıyorsun durmadan.İnsan hesapsız kitapsız sohbet edemiyor ki seninle.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Görüldüğüm Yerde

Bugün lâl gözlerinden öptüm hayatın
Bugün deli kuvvetindeydi rüzgâr
Kalktım
Bir uzun hava ezgisi,canhıraş
Odamda doğmayan güneşin ağzı bükülmüş
Dökülmüş ruhum sokaklarına

Sakî ! Yollar Seyrine Zulüm

uzun uzun cümlelerle kurgulamak isterdim hikayeni ve yol üstü duraklarında bıraktığın izlerin resmini çizmek isterdim bir soğuk seher sabahında...


Oysa o kadar dar ki zaman ve yolların hatrı öyle derin ve sahici ki.
Dünya mı döndükçe vuruyorum kayıtsızca yollara, yoksa...

27 Haziran 2010 Pazar

nur zelal senaryoya şerh düşer...



Trajedinin gerçeğe tosladığı gün...
Zır zır ağladığım gün o gün...
Ve ben,yani nur zelal senaryoya küçücük kelebek dokunuşlarımdan birini bahşettim.
Bir silah ve bir kadın...Bir adam ve bir çocuk...
Bir saray ve bir kafes...Bir düğün ve kaç cenaze...
Bir yalan ve bir üfleyiş...Bir deniz ve bir bakış...
Bir behlül ve bir kaçış...
"Behlül kaçar"ken ağlamadım yalnız,zinhar gelmedi içimden timsahın kalın derisinden sızana yoldaşlık.
Yeni bir son yakışırdı,yakıştırdım.
O toprağa iki beden sığıştırdım.
Aralarına betondan tanrıların zırhını tıkıştırdım.
Sonra oturup zaferimi kutladım,hangi kadeh senindi?
Karıştırdım...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Mahallenin Hayalcisi


Mahallenin hayalcisinden mahallenin deliliğine terfi bâbıdır

Bir geminin güvertesinden seyre dalıyorum isli ve puslu resmi geçidini kayda düşülmeyenlerin.
Her yeni fotoğrafla biraz daha zihnime ihanet ediyor gözlerim,kalakalıyorum.

Edebiyat parçalamak için fazla engebeli menzil,dilim damağım katline şahitken kelimelerin.

Aslında sadece kelimeler olsa ve ses kendini bir gölge gibi sızdırıverse her hikayede gam değil.

Dondurduklarımız hikayelerimizin dudak uçuklatan zehri ve bu zehrin yolculuklara zerkinden daha elim değil ihanetler…


13 Haziran 2010 Pazar



uzun uzun cümlelerle kurgulamak isterdim hikayeni ve yol üstü duraklarında bıraktığın izlerin resmini çizmek isterdim bir soğuk seher sabahında...

Oysa o kadar dar ki zaman ve yolların hatrı öyle derin ve sahici ki.

Dünya mı döndükçe vuruyorum kayıtsızca yollara,yoksa...

Ben niye herhangi bir yolcu gibi dayayıp başımı cama,hüzünlü ayrılık öykülerinin yalın kahramanlarına öykünemiyorum?

Neden en afili cümlelerimi bölüyor muavin çocuk olmadık yerinden? "Abla,bir şey içer misin?"

İçerim ama mümkünse elinden olmasın Sakî !...

Hatta mümkünse geç beni yolculuk boyunca,ister tek ister çift ama geç beni, tanıma, görme, konuşma,bölme karanlığımın kesiksiz çizgilerini.

Bön bön bakıyor bana, "çattık"edasıyla,e o kadarını anlıyorum artık.Bir zamanların "uzun yol otobüsleri kabusu"ydum ya;biliyorum muavinler için bir şeyler içecek yolcunun elleri içindir herşey.Uykusundan uyandırılma pahasına vazgeçilmezidir.

Yalnız bu hüsnü niyetime karşılık gelecek zamanın hiç bitmemesini umarken ben,hatırlamadığım yerinden yeniden ve bir gece yarısı operasyonuyla durduruluyor otobüs.Arkalardan bir kadın çocuğunu "zorunlu ihtiyaç" gerekçesiyle ite kaka yuvarlıyor merdivenlerden.(Yine orta yerden almışlar biletimi,bizim ailenin erkekleri ne kadar seviyorlar sallapati işleri)

Çocuk biraz aksiyoner ruhlu,bir orduluk gürültü çıkarıp çekip alıyor uykunun kucağından yolcularımı.(E ben onlara hikayeler yakıştırmayı en çok uykularında seviyorum ya,bozuluyorum bu duruma ister istemez)

Muavin aynı gevşek-bana hep sinir bozucu gelen-tonlamasıyla kısa cümleleri uzata uzata anlatıyor seyrü seferimizdeki beklenmedik aksamanın nedenini.(Bunlar da kimin cümleleriydi şimdi)

Neyse ki çok geçmeden bu kesinti nihayet buluyor ve bizim işgüzar muavin yanımda alıyor soluğu. "Abla,lambanın ışığı yetmezse benim küçük el fenerini tutayım deftere,gözlerini bozacan sonra"

E yok artık,ben yine aynı kabusu görmek zorunda mıyım her yolculukta Allah aşkına?

Yanımdakini ninnilerle uyutana kadar canım çıkmış zaten.Hazır "mola"dan dönmüş afacanı elimdeki topkekle kandırıp koltuğuna yollanmaya zar zor ikna etmişken ve yeniden gece ve yolculuk aşkıma rücu etmeye bütün ruhumla hazırken...

Kardeşim diyorum-ki en son beyefendi dediğimde muavin bunu ilan-ı aşk olarak kabul etmiş ve beni içecek sağnağına mahkum etmişti-

Kardeşim;aç kulağını ve beni iyi dinle.Otobüsün orta -halli- yolcusu gibi görünebilirim-ki dönüşte bu faturanın acısını hemcinslerinden ziyadesiyle çıkaracağım sana yemin-,sessiz sakin duruşuma bakıp bu abla içi geçmiş çaylarımın katline karar kıldıklarındandır hayalleri kurabilirsin.

Şimdi aklını resetle-valla burada kayışlar kopmuş bende,kabul ediyorum- ve tekrarlamama meydan verme.

Ben,gece yolculuklarını severim,zira elbet en gevezesinin bile uyku denen illete yenik düşecek bir ruhu vardır(en azından umudum bundan yanadır)

Gece kendini yolculuğun kollarına bırakırken,hayallerin dizginlerini koy verir.Kelimeler karanlıkta daha bir fiyakalı kaydırırlar kendilerini esrarengiz harflerin yamacına.

Daha neler...

Hiçbiri ağzımdan çıkmadı tabi bu şizofrenik cümlelerin,zihnimin koridorlarında birbirlerine çarpa çarpa köşe kapmaca oynamalarına izin verdim sadece.Yoksa zavallı muavin uzun susmalarımdan -ki zannedersem bakışlarımla da bir parça ele vermiş olmalıyım ki kendimi-ürküp şöfor koltuğunun yanında alır mıydı soluğu.Yaşayan-normal-bir organizmanın bardağına çay doldurmaya meylederken O,ben yeniden döndüm.


Sana döndüm,geceye ve Sana.

20 Mayıs 2010 Perşembe

bozgun...


"Anlaşılır gibi değiliz
Tek bedende kaç kişiyiz
Hem yok eden, hem de tanık
Ne esaslı karmaşa"

Bozgun...

Hiç adın yok mu yollarında çöllerin? Hiç dönüp ardına bakmaz mı vefa?
Bir derin âh çekmez mi gözün arkada?...

"Kime kızayım", benim dağılan rüyalarımdan taşan acı yoldaşım,
azığım hüzün, katığım hüzün, sırdaşım hüzün...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

çok gece...


Gece ve zamanı sağıltan bu yara...
Adına aşk dediler,gözlerini karartılar senin.

Ya herşey bir oyunsa
ve aşka çıkmayan yollarında yarana yalan bulaştıysa...

29 Nisan 2010 Perşembe

Sahte












Sahte...

Gülüşlerin gibi,
hükmü düşmüş nemi de gözlerinin...


Kimin terkisinde bekletirsin med-cezirini ruhunun?
Hangi ara değişir mevsimin?


Kırağı düşmüş ömrüne sığ sığıştır ne varsa
Kalmasın ukden...

27 Nisan 2010 Salı

Serseri !

Kendi kıpır kıpırken başkasının kanını donduran mahir...

Serâzadlıktan öte köy yok sana.

Sonrası külfet, sonrası prangalarına yeniliş...

Ne yazık !...

Yerildiğin kadarsın sonunda, kınandığın kadar...

Gerisi?...

Sus ve savur şeytanlarını, zincirlerinden boşalmasına ramak kaldı...