Kaldırıp attığımız, buruşturup anlamsızlaştırdığımız
ayrıntılarda yakalanmamış güzellikler adına…
-Kaç zamandır oturup ta seninle şöyle dizdize,iki çift lafın belini bükmüyoruz biliyor musun? Öznesi ayarsız,heyecansız,kurgusuz ,sevimsiz kısacık cümlelerle sürüyor seninle kavgamız,bu bir tesadüf mü?
-Benim dünyam tesadüflerin esaretine ihtiyaç duymaz,tüm saatlerimi bir düzen ve ahenk üzere kuruyorum.Hoş bunu sen de iyi biliyorsun ama nedense bugün beni sinsi bir planla sahaya çekme gayreti görüyorum gözlerinde.Üstelik hiç hayra alamet gelmiyor bu parıldayış.
-Belki son derece masumane bir iç döküş,özlediğim bir zamanda kayboluştur istediğim. Neden sebep arama kaygısı taşıyorsun durmadan.İnsan hesapsız kitapsız sohbet edemiyor ki seninle.
-Her defasında beni çekmeye çalıştığın sohbet denilen kuyudan anlamsız kaygılarla ayrılıyorum ve endişeleniyorum,tabi senin adına.
-Tabi ki benim adıma.Seyrü seferinde rotanı şaşırtmaya kimsenin gücü yetmedi daha,bilirim. Sahi sıkıcı gelmedi mi sana hiç, düzensizliğin bile bir düzene tabi olduğu uzayan ama hiç kesintiye uğramayan bu yol?Mesela bir gün doğumunda,derme çatma bir patikaya dalıp bir sürprize açmak istemedin mi gözlerini?
-Bunu sen mi sorguluyorsun?Bütün sürprizlerin ağzında bıraktığı o kekremsi tadı ve uğrattığı hayal kırıklıklarını ne çabuk unuttun?
-Her duyduğumda kahkahadan yerlere serildiğim bir tespiti var oysa biz zavallı insanların-bu da senin şaşırtmacalarından biri olmasın sakın- “Hayat sürprizlerle doludur”
Hadi canım sende…Baksana milyonlarca kurulmuş saatin var senin ve hiçbirinin tıkırtısı diğerinin uykusunu bölmüyor.Hiç şaşmadan şaşırtmayı nasıl beceriyorsun?
-Yine can boğazlayan soruları…
-Bu tabirine bayılıyorum; “Can boğazlayan soruları”. Oysa atladığın bir şey var veya bilerek görmezden geldiğin.Eğer seni bu soruların yamacına çekmek için hırpalamasam kendimi böyle, canım nefesimden uçup gidecekmiş hissine kapılıyorum.Daral vakitlerde kapısını çaldığım son çarem gibisin.Seni ne kadar boğarsam sorularımla o kadar devam edebilirmişim gibi geliyor “miş”gibilerime.
-Neden bu çaban?
-Hangisi?Seni sıkboğaz etmeye uğraştığım şu ân da mı?Yoksa sana tutunmaya çalışırken tökezleyip düştüğüm sayısız ânlarda zihnimi tokatlarken ki gülünçlüğüm mü?Hangisi?
-Şu paldır küldür anlamlandırma çabandan bahsediyorum,ben sayısız oyunda gerçeği bulup çıkartanım.Yani asıl hazine bende.İstersen köşe kapmaca oynamaktan vazgeç benimle.
-Peki üstâdım,bilirim aşık atamam seninle ve yarışamam elbet belleğinle.
-Bırak bu şiirsel kuyuya çekme kurnazlığını.Çekil yamacımdan ki vazifemi yapayım.Senin gibi aylak şairlere ve bana anlam yüklemeye hevesli laf ebelerine ayıracak vaktim yok.Yetişmem gereken bir randevum ve çözmem gereken bir “son ân”bilmecesi var daha. Siz insanlar o kadar dolusunuz ki kendinizle beni değil kendinizi yorabilirsiniz ancak cevabı kendinden menkul sorularla.Var git yoluna artık.
-İyi de yolumun tam ortasında durup zamanı bölen sensin,acıya ve hüzne yoldaşlık edensin. Yokmuşsun gibi daldığım rüyalarda bile gizemli hikayeler kurgulayan ve güne darmadağın bir başlangıcı yakıştıran da senin gölgen.Çekil yolumdan desem,uçurum çağrıştıran bir sarsıcı bakışı hep tutarsın heybende.Sorma diyorsun ama içine düştüğüm bu kuyunun ana fikri sende. Hangi taşı kaldırsam altından sen çıkıyorsun veya gölgen.Seni yaşamak isterken labirentin ucuna iliştirdiğin bu üstperde tavır niye?
-Peki soruyorum o halde.Ne istiyorsun benden,yakamı bırakmanı sağlayacak o kapının anahtarı olacak arzun ne?
-Şimdilik hiçbirşey,belki daha sonra.Borçların biriktikçe hatırlatacağım kendimi sana. Birgün ikimizin de eşit olduğu bir oyunda uçurum beklentilerini boşa çıkaracağım senin.Mutluluk denen virüsü kanımıza işlediğin o meş’um günün öcünü alacağım senden.Acıya yoldaşlık edecek bir tek gönüllünün kalmayacağı o gün var ya o gün…
-İkimizin de sabırsızla beklediği…
-En çok ta yerde cansız yatan küçücük bedenlerin…
-Bunun ve hiçbir acının hesabını ben tutmuyorum,biliyorsun.Her bir sayfası sizin cümlelerinizle bezeli.Beni ağırlaştıran ve sizi anlamsızlaştıran uygunsuz ve fütursuz cümleleriniz.Bölen,parçalayan,yutan,kıran ve onarmaya tenezzül etmeyen yol haritanıza şekil veren sizin ruhlarınız .Kirliliğine halel getirmeyen bir hastalığınız var;bana yaslanıp dünyayı heybenizde taşımak istiyorsunuz.Her seferinde bir şeyler dışarda kalıyor ne yazık ki.Hırsınızı bileyleyip yeniden çıkıyorsunuz karşıma.Ben masum bir figürüm sonuçta bu tilki hikayesinin tam ortasına düşmüş,görevin ağırlığı her dem omuzlarımda.
-Demek hüzün de çok yakışıyormuş sana ey hayat,gözbebeklerinin kenarındaki cümlelere zarifçe iliştirilmiş yağmur taneleri gibi…
-Evet hüzün… heybenizden dökülen ve benim payıma düşen.Söylesene hangi serüvenin tokmağısın sen,durmadan yeni sorularla bezdiriyorsun yola dökülmüşleri.Sığınsan usulca kanatlarımın altına ve sussan artık,sussan birazcık.
-O çocuklar hep susuyor zaten ama ahengi bozan bir duruşları var yine de.Yanlış ve yanılmış bir figür gibi duruyorlar bu kocaman uyumlu resminde senin.Ne dersin?
-………………?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder