20 Şubat 2015 Cuma

İki satır sessizlik

-Söylüyoruz, söyleniyoruz, kederleniyoruz, yavan redlerimiz var, kuyunun dibinden geliyor sesimiz, Sûr'u bekler gibi bekliyoruz sesimizin dünyada yankı bulmasını...
Biteviye tekrarladığımız "Kahrolsun"ların gölgesine dahi sığmayan sesimiz ne de cılız...
"Burası dünya oysa, yaşadığımız da hayat..." İmtihan diyoruz ya, dilimizle kalbimiz arasındaki mesafe ne de kopuk... Birileri ölüme gülümserken, aynalarda acıyan gözlerimiz suretini besliyor oysa. Susmak ihanet gibi geliyor ya, konuşmak için yakılmış köprülerimiz kayıp... Kaybımız büyük evet, kendinden menkul vazgeçişlerimizin çetelesi kabarık...
İşte böyledir bizim hikayemiz; biraz arabesk, biraz bulanık, sosu fazla kaçmış çorba kıvamında...

-Bazen zamandır asıl hatırlatan, geçtikçe daha da koyultan... /Zaman ilaç derler ya, inanma! Kalan muhtaçtır yokluğuna...

-Her seçim öncesi ülkeden fersah farsah uzağa kaçıp gitmek isterim de bu sefer bir bilinç kaybı kurtarır ancak beni. Dayan ey havsalam, az kaldı... Gündem denen illetin peşi sıra at koşturmamak için bir türküden daha güzel ne ola ki?...


-Huzursuz tınılarla sıkışan kalplerin ülkesi, ey güzel ülkem! Yorgunsun, yorgunuz biliyorum. Arabesk hüzünler icat etmemize ramak kala yeniden, hani " sil baştan" desek ve bir şey olsa bir şey, unuttuğumuz bir şey...Sonra "herşeye rağmen" dese bir "ses" ve çoğulluğumuz aklımıza gelse,  yeniden...

-Eskici! Benim belalı günaydınım. Nihayet kar ve yollarında engeller var. Yoksun;bir eksik başlıyorum güne, gece bundan mıdır bilmem birdenbire çöküyor. Biliyorum sevmiyorsun hiç beni, eskileri biriktirmiyorum çünkü ben, eskitemiyorum hiç bir şeyi nedense. Yine de aynı azimle geçeceksin kapımdan, bahar bir gelse...

-Bırakayım ipini koparmış kelimeleri diz dize, iki satırlık sessizlik demleyeyim diyorum kendime, koyu ve kaçak... Şehri beyaza beni geceye bağışlayan bir şiirdir artık, keyfim kederde...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder