Bir nehir gibi, sessiz ve kırgın..
Bir nehir gibi, coşkun ve kederli...
Bir nehir kadar, berrak ve suskun...
Bir nehir kadar, anısız ve devingen...
İşte ömrümün gülen yüzüne dönük hali geçmişin.
O köprüden sayısız kere uçurmuş ruhunu bu yolcu, sayısız kere.
Gündüzün sıkılgan koynuna sığınmaktan ar etmiş,
gecelerin akıp giden
seyrine ah etmiş çocukluğum...
İşte orda duruyor, tam da tüm unutuşların vurulduğu yerde. Görmekten vazgeçtiğim bir zamanda hem de. Görmek!... Benim sınırsız burukluğum...
Ben gözlerimi bir çıkrığın kaderine sarmışım, ta ki bir daha kopmayacak kadar bağlanmışım geçmişe. Bu yüzden büyümek zemheri, büyümek o köprünün dibine gömülü hazinenin haritasında yok olmak gibi.
İşte benim köprüm ve işte çocukluğum...
Çocukluğum desem de aldanma; en az şimdiki kadar çocuğum, en fazla bir elma şekerinin son ısırığında kalakalmışım. Bir eski bayram yerinde, derme çatma bir dönme dolabın son durağında seyre dalmışım şehri.
Şehir ve kader...
İşte yeniden yazmaya başladığım hikaye...
Bu defa sağlam kelimelerle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder