27 Kasım 2014 Perşembe

Karmakarışık

Bir demli çay, masamda bir kaç dağınık kitap, serseri okuyuşlarıma düçar...
Ah, hiç bir yere yetişemeyecek olmanın esrikliği ve zamanın alicenaplığı insana...
Ne güzel! Kâh ruhuma çarpıp kalbimi yoklayan bir şiir oluyorum, kâh zincirlerinden boşalmış bangır bangır bir türkü. Hadi tutun beni, sakındırın beni kendimden, deli eserken içimden içimden, ben...
..............................
"şimdi balkona çıksan sokaktan üç adam geçse
birbirine benzemeyen ve birbirinin izinde
biri sensin sularda boğulursun,
biri sensin yaraların aşkın hükmünde,
biri sensin ucuz acıları yüklenmiş çerçi,
bakışınla başlıyor üç adamın tarihi"
............................

Düşlerin en çok birdenbire ortaya çıkıveren gündüzlerini seviyorum. Uzun zamandır içinizden geçip, aklınızda konaklamayan “eski”leri, onların yüzündeki o hiç ara verilmemiş durağanlığı, zamanın aklımızda çelik çomak zevkiyle koşturmasını, bir anda oyuncağını bir kenara fırlatıp “estepeda” çığlığında soluğunu tutuşunu sonra...
.............................

"Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin " Tortusu biriktikçe içinde öfkenin, daha da derin basıyor karanlığa kelimeler, büyüdükçe öğrendiğim... Sana bildiklerimden değil senden bildiklerimden yazılmamış bir destan nihayetinde, kilitli bir dolapta yok edilmeyi bekler.
...........................

Cânan Cân’ın kapısına tûrab olsa ne gam. 
Dil kahrını her vakit sussa dağlara taşlara, 
Şehrâzâd’ın dilinden bulsa şifayı Şehriyâr.
Ölüm bir gün daha yenilse sabaha...
...........................

Kelimeler, yek diğerini gölgelemeye and içmiş bulutlar gibi uçuşuyorlar göğümde. Bu hırgürün bir cümlesi olsa keşke ve inse ayağımın dibine... Dese ki, üzerindeki ölü toprağından kime ne?...
.............................

Ah Leyla!
Ah benim savunmasızlığım, çöl bezginim,
kalbi kırık teşnem,
güzelim, suskun kızı hikayemin...
Bitmez, bitemez ayaklarına bulaşmış aşk
Ah o umarsız kum taneleri...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder