20 Ocak 2015 Salı

Vakittir, Kavli Karar Edelim


Bir sağırlık çöktü üstüme, bir sağırlık…

Sokak aralarındayım, daracık bir yalnızlık kadar bile yer yok sana içimde ey dünya. Bütün geçmişin kendine övüncüne eşti ve isyanımın sesi bu kadar cılız çıkmasa ne çok şey anlatmak isterdim sükseli duruşunun ardında sürüklenenleri.


Yılların cilaladığı kavline bakılırsa, uzun bir yürüyüştür evrende varlığın ve ben, bir nokta, karanlığından fırlamış bir yalım alaz, senin o her şeyi duyan ve her ışığa aldanan şımarık kızın, sevgilim dediğin, sonra ihanete gittiğin, ”olduğun yerde kal”diye cilvelenip te döndüğün, döndüğün.

Evet, kafam karışık haklısın, şiirsel mırıldanmalarım midemi kaldırıyor bu aralar. Elimi değdirdiğim şu toprak ve gözüme kestirdiğim ta ordaki dağ kadar bile şair değilim ben. Yalancıktan katıldım bu oyuna ,her şey senin varlığın kadar, başın ve sonun kadar sahici işte.

Söylediğim şarkılarda bile sesimi bölensin, ezberimi tazeleyen. Gece oluyorsun, gözlerimde bir mahmurluk, yüreğimde esnemekten yorulmuş bir kuş çırpınmakta. “ ‘Hadi dağıt kuşkularını’yaslan karanlığıma. Kafanın içindekilere bir had koy ve sıyrıl kendinden artık. Benden bile daha hızlı yaşlanacaksın bu çılgınlıkla, farkında mısın?”diyorsun ya…

Peki ya dışımda akıp giden bu anlamsız kalabalık ve gittikleri gibi geri dönüşlerindeki bu rahatlık?  Ben nereye kadar çember çizmekle yetineceğim etraflarına? İçine girdiğimde yitirildiğim, dışında zaten rahatı bozan bir kara tahta…

Biliyorum  aslında her şey adaletin kabahati. Senin içimize kordan bir aşk yumağı halinde bırakıverdiğin, sonra da dönmeye gittiğin zamandı ve ben, miskinler tekkesinin en yerleşik neferi, yakalandım. Bir adım sonrası kurtuluştu oysa. Sonrası “ayna”nın baştan çıkaran sesi “en güzel sizsiniz efendiler efendisi, kuşku mu var buna?” Ah benim bu sarsaklığım da olmasa. Kıvrılabilsem şöyle en kapkaçından anlamak denizinin sahillerinden kıyılarına.

Hızlıca savurduğun bir ândı sanırım ve bir yerlerde bir la’netin kucağına ittin beni. Hadi buyur dedi, masama bir kadehte zehri sunan sâki, bilmek istiyordun ya, görmek her şeyi. Hadi, bu önünde durduğun kapı ve elinde tuttuğun anahtar. Bu kapıdan sadece körler ve sağırlar hayata açılırlar. Gerisinin bilinmiyor akıbetleri. Kimileri der ki; onlar, Cazibe’nin ağına yakalandılar ve sürgit aşka tabidir dizlerinin dizginleri.

Kimileri de der ki; baktıkları yerde renk, duydukları seste tını bırakmadılar onlar. Ya siyah oldular kapıya dayandılar, ya siyah oldular namluları baharın alnında, ne ağladılar ne ağlattılar. Görmek istersen eğer,-ki eninde sonunda duymak ta isteyeceksin-aç kapıyı, dümdüz koyul şu toprak patikadan. İlk açmazdan sağa seğirt ve son kaçamaktan kuzeye çevir yüzünü. Yüzüne dönük bir ışıksız köy göreceksen durma devam et yoluna. Bütün bilinmeyenler o köyün hanelerinde kayıtlıdır ve isimlerinin baş harflerinde merakın vardır.

Yok diyorsan ki, ben geçeyim o kapıdan, gerisi tufan, ötesi kıyamet. Zaten biraz daha yudumlasan kadehteki zehri, biraz daha mahmurlaşsa etrafında dönen gece ve karanlık en koyu daha koyu deminde yakalansa sana…

Zaten feda edilmiştir seni buraya savuran, bir hiç uğruna. Baktığın yerde hevesin, işittiğin seste kursağın emanettir. Bilmediğin köy “senin değildir” aslında.
Yine de seni seviyorum ey dünya…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder