27 Haziran 2015 Cumartesi

Bir ömür şarkılarda aşk

''Güvey kalbimin sevgilisi,
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı,
Arslan, kalbimin kıymetlisi,
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı.”

Tarihin bilinen en eski aşk şarkısı böyle diyormuş. Neden şarkılar ve neden aşkın izini sürmek için “ses”e ve “ezgi”lere yüklediğim anlam?
Çünkü hepimiz zaman zaman aynı duvarda almışızdır soluğu; yani sevgili giderken ve biz sevgiliden giderken…

“çoktan unuturdum ben seni çoktan
ah bu şarkıların gözü kör olsun” Kördür de ruhumuzun gözleriyle bakarlar dünyaya şarkılar..

“kırk yılda bir gibisin”terennümüne mahkum aşkları severim ve bana göre en güzel mahkumiyettir bu dünya hapishanesinde.

Evet aşk, ilk elmanın tadında ve evet aşk tabletlerden yayılan tütsüyle bizi esir alan. Aşk “Sırça Köşk”lerin duvarlarındaki giz, “kırk yılda bir ”karşılaşılan ve anlatıcıların dilinde efsaneleşen…

Leyla ile Mecnun’u ölümsüz kılan anlatıcı sanki bizi dikkate davet ediyor aynı zamanda:
“Bende Mecnun'dan füsun aşıklık istidadı var, Aşık-ı Sâdık benim, Mecnun'un ancak adı var”
Adına ne dediğimiz önemli mi? Bence evet. Peki yerinde kullanma hassasiyeti? Muhtemeldir ki efsanelerin de bizden beklentisi budur. Bizden, yani aşkı diline ve kalemine dolayan “Bugünün Saraylısı”tiplemelerden.

Neden uğruna ölünecek aşklar yaşanmıyor artık. Aslında sevda çekenlere danışmadan cevapta haksızlık etmek istemem. Muhakkak ki, muhatabını eriyip bitiren, adeta varlığında bile şifasından men eden aşklar yaşanıyordur hala.
Yine de “o kadar uzun boylu”olmuyor ve “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” keskinliğinde yakalamıyor yakamızı.
Üstelik, artık aşk her an omuzuna değebilecek kadar yakın ve maalesef ayaküstü geçiştirmelere sığdırılmış ise, bu büyük dönüşüme şaşmamak lazım.

“Aşkım aşkım diye ağlayacaksın” diyoruz diyoruz da, ardından başını kaç gün taşlara vuracağını hesaplıyoruz umutsuzca. Parmak hesabı yetiyor buna.
“Her yerde sen, herşeyde sen” mana bulmuyor koşar adım yaşarken.

Her tepede bir ağaç ve her ağaçta yeni bir Mecnun(!) ve yeni bir Leyla(!)’ya dönüşüveriyoruz. İşte o zaman “Elbet birgün buluşacağız”hayalindeki özneler habire yer değiştiriyor, karışıyor tepedeki ağaçta işler.

Kaçımız tek bir sevgiliye taahhüt ederiz her mevsim içimizden gelip geçtiği anların çetelesini tutmayı?
“Kadehindeki zehr”in talibi dudaklarımız var mıdır bizim? Derdimize derman olmasın diye mühürler miyiz o dudakları? Yoksa feryâd figan “hekim” peşinde mi koşarız en profesyonelinden?
Yoksa…

Yoksa yaslanır mıyız her türlü fast-food arsızlığına rağmen Neşet Baba’ya inatla ve halen?..
Evveli ve ahiri olan aşklara…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder