Orada bir orman var, deli ve yaban. O ormanda bir ev var, gönlünün hazinelerinden hayat bulan anılarla bezeli. Yolunu kaybetmiş bir küçük kız-onu takip eden bir avcıdan yoksun- titreyerek nefes vuruyor pencerenin buğusuna. Sığındığı bir duvar dibi ve senin o müthiş, kurumlu yalnızlığın. Her yeni mevsimde kapının yönü bir bilinmezliği daha ağırlamak için dayıyor kendini ardına ama ne yazık ki teklifsizce sunuyor kendini sevda, kapının tokmağında asılı kalıyor her defasında.
Bu bilinmezliğinle tanımış seni izini süren kelimeler ve hep sustuğun yerden acıyla karmışlar kendilerini sayfalara. Ben o kelimelerin dramını yazmak için kimbilir hangi zaman diliminden kopup da geldim? Kimbilir hangi mevsimindeydim hayatın ya da mevsimsizliğinde yalnızlığın? Sen tüm defterlerin en kuytu köşelerinde saklı tutuyordun bekleyişleri ve mağrurluğundan sıyrılan kısacık anların ışığı vuruyordu alnına, ne de güzel vuruyordu.
Ben bildiğin gibiydim işte, nasıl çizdiysem buğusuna hayatın o deli ormanı, öyle çarpıp durmuştum kendime. Durmadan yazıyor, yazıyordum ama bir türlü o mucize noktanın hevesine düşmüyordu içimin soruları. Üç nokta koyuyordum içimin en ıssız cümlelerinin sonuna, hani bir dahaki sefere daha sağlam susayım diye ama olmuyordu işte. Sahi neden bu kadar zordu bir virgülün ardı sıra gitmek ve sadece gitmek...
Gittiğin oluyordu ara sıra senin, hiç gitmeyecekmiş gibi bağdaş kurup oturduğun da tahtına. Kaldığında tümüyle sen oluyordu mevsim, gittiğinde yine sen... Alışıyordum sonra; ne varlığın kapılara sığıyordu, ne yokluğun bölüyordu hikayeyi. Alışıyordum ben, o kapının ardında kimseler olmasa da sustuğun kelimelerden yol bulup izini sürdüğüm bir "sevda" vardı hep. O sevdanın yorgunları ormanın yalnızlığında ağırlanır ve penceredeki nefesin buğusunda soluklanırlardı.
Sessizlik kalırdı, ağır ağır inen akşamdan tozunu havaya savuran güneş kalırdı, ben kalırdım ki ne güzel dururdum uçurum kenarında, şarkılarla...
"Her mevsim içimden gelir geçersin
Ey vefasız yolcu kalbim viran edersin"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder