Newruz, uzak bir türkü, unuttuğum bir dilin kelimeleri... Hatıralarımın arasından çekip çıkardığım bir ses: Ayşe Şan. Molla Dedem'in namaza gidişini kollayan evin genç kızları kasetçaları gizledikleri yerden çıkarır, bu sesin büyüsüne kapılıp giderlerdi.
Süryani komşu kızlar kapı eşiklerinde dedemin evden çıkışını kollar, avlunun arka kapısından süzülürlerdi içeri. Dünyanın en lezzetli kaçamağı etrafında, önce dalıp gitmeler hülyalı, sonra konudan konuya kıkırdamalar başlardı. Taş duvarların, kaneviçe nakışlı bembeyaz örtülerin, tahta oymalı sedirlerin çevrelediği büyü, anlatılmazdı, hala da anlatamam.
Penceremden dışarıya kayıyor gözlerim... Beton binaların arasında isyan gibi duran bahar çiçekleriyle sevişen ruhumda sükûnet... Doğduğum topraklar uzak bana, türkülerin dilinde kekremsi bir tat... Zin gözlerini emanet etmiş bana, ne yapsam kahverengi düşler yakamı bırakmıyor, iyi ki bırakmıyor. Yezidi bir ateş, Sarışın Süryani arkadaşım, taş sokaklarda misket oynadığım, Dedemin çagununun sesi sokağın ucunda ve toparlanma... Odasındaki sedirde yatarken uykunun en alımlı yerinde davudî sesi kulaklarımda: "Hayyalessalah"... Uyanmaya naz edince ben, kaşları çatık adamdan umulmadık bir hamle: "Ah le nûre le nûre, zalım nûre" Çagunun taş zeminde çınlayan sesi nazıma son veriyor. Adımı çağıran bu nur yüzlü Adam'ın arkasında benzersiz bir sabah namaz edası, tadı hala dimağımda...
-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder