3 Ağustos 2014 Pazar

Niçin Yazarız?




Yazmak yaşama tutunmanın başka bir yolu mudur?

Ya zihninize üşüşen kelimelerden saraylar inşa edecek, ya bir harabe yaratacaksınız kelimelerinizden.
Ya mevsimler geçecek içinizden; yağmurdu, kardı, bahardı değiştirecek adımlarınızın seyrini. Ya siz geçeceksiniz mevsimsiz düşlere bulanmış kalemin dağıttığı köşelerden.

 Her yazının son noktasında kuşlar kadar özgür ve solgun bir yüzün benzinde açan güller gibi şen olacak ruhunuz. Her yazının sırtlandığı yük, size “bir daha hiç olmayacak” dedirtse de, aldanacaksınız bu beyaz yalana. Altı üstü kendinizle oynadığınız masum bir oyun bu.

 “İşte yazdım bitti, bu son” repliğinin zihninizden kaç milyonuncu geçit törenine kelimeler de suskunluklarıyla eşlik edecekler. Yordunuz onları, bir cümlenin kâh dibinde kâh tepesinde savrulmaktan ve yine de size yaranamamaktan bitap düştüler. Ve o nokta, hani özgürlük naraları atan ruhunuzun elinden tutan o küçücük sığınış… Diğerlerine benzemezliğini kalemin mührüne bandırıp huzurla çekilecek köşesine. Bir nokta nihayet, son nokta.

 Yazdıkça insan silüetleri geçer zihninizden, birini diğeriyle tamamlayıp durduğunuz… Zaten yazmak da bir vücudun parçalarına kavuşmasını ummak değil midir? Çok birikmiştir alacaklarınız, çok eksiltmiştir yüzünü dönüp giden, belki de soğumuştur birdenbire tuttuğunuz el ve kırmaktan korktuklarınız taşırmıştır sandığı.

 Yazdıkça “var” sanırsınız, hadi biraz da “kâr” sayarsınız katar katar uzayan yollardan ve randevusuz zamanlardan ömrünüze ekleneni. Kelimeler akar ve hazinenizin en nadide parçası muzip bir parıltıyla o noktaya koşar. Dünya başınızın üstünde kendinden emin ve söz neye kalbettiğinden çoğu zaman habersiz alıcısını bekler.

 Yazdıklarımız onu okuyanın ruhundaki yankıyı görebilecek kadarına vardırır mı bizi? Hangi noktadan sonra başlar bu çözümleme? Bu alışverişin almakla mükellef olanıyla ne zaman başlar yolculuğunuz, nasıl bir yolculuktur planladığınız ve nereye gider bu yol? Ne kadar heyecanlı ve sürprizlerle dolu bir serüvendir değil mi bu?

 Yazmak bir ihtiyacın sonucudur kuşkusuz! Öyle midir? Ya değilse? Ya tutkularımız ve aynamızın üzerine düşen muhteşemliğimiz buluşturuyorsa bizi kelimelerle? Ya bizden başka kimse yoksa evrende ve zaten evren de bizim için varsa?...

Sadece ve sadece o son noktanın hevesinden ilhamla sarılırız kelimelere, sonsuz bir iştahla, doymak bilmez bir açlıkla. Yolculuk değil yoldur upuzun kollarıyla saran benliğimizi.  Bu yüzden midir başkalarının kelimeleriyle başlatmayız  hikâyemizi? Başkalarının yazdıklarını umursamazlığımız bundan mıdır yoksa?

İyi de, başkalarının yazdıklarına ilgisiz kalırken insan yazmaya nasıl devam eder? Nasıl bulur hedefini içimizin okları? Emanet edeceğimiz ne kalır  yazdıklarımızın ruhumuza esaretinden başka?

Birbirimizin ruhunda çıktığımız gezintilerde keşfederiz  kendimizi. İşte o zaman  çırılçıplak bir kalkışmanın adıdır  her yazı. O vakit pencere pervazlarında yekdiğerinin dilinden dökülecek bir muştunun resmini çizer kuşlar. Ki böyle başlar yeni bir “son nokta” hikâyesi…

( Yeni Edebiyat Yaprağı / Sayı: 5 )



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder