25 Şubat 2011 Cuma

Mahşer

Gördüğüm senin cennetindi;
Sanki karanlıktı, kararlılıktı
Sondu, sonsuzdu
Bir yudum suydu
Kör kuyudan
Bildim denizin yandığını, yanıldığımı
Kandım
Âraftayım.

24 Şubat 2011 Perşembe

Hayatın Dehlizlerinde Yol Alan Şiir

Gölgemde kaybettiğim izin
Sırrını ifşa eden bir hikayede yakıyor kendini
Bir büyülü tütsü gibi içime çektiğim hayattır
Yâr ülkesini ayaza koyan
Ki hayat ta sen gibi kaybeder ritmini
Sarhoş naralarının kır saçlarında
Saatleri esriten gözlerin yok artık
Bağrına yaslanan insan yüzleri
Terketti seni

20 Şubat 2011 Pazar

Ziyaret Saati

Ben saatleri kurmaya gidiyorum diyor sıradakilere. Elinde tuhaf bir kıvraklık var ve gözlerinin bir kıyım sonrası gülücüğe esareti çekiyor dikkatimi. Karanlık sanki, kararlılıkla kelimeleri kuyudan çekip savruk bir edayla etrafa saçması bundan.

Artık daha net seçiliyor hareketleri. Gölgesinin olmayışına dair o huzursuz merakı şimdilik bir tarafa bırakıyorum. Bakırdan bir çerçevenin içinde kimbilir kaç vakittir sıramın gelmesini bekliyorum. Diğerlerindeki tevekkülden yayılan her ne ise daha da dikkat kesiliyorum olan bitene.
Bazılarının kanatları var. Gülünç geliyor ama henüz buna gülecek kadar gelmemiş sıram. Fısıltının kime ait olduğuna dönüp bakmak istemiyorum. Nasılsa bir daha olacak ve ben bu defa kanatların hışırtısından kendime pay çıkaracağım.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Dosta Mektuplar (Kayıp Kronolojiden)


Yetkin değilim, anla. Usta da değilim bir bozgunu anlatmakta. Dilinde öfke sözcükleri, benimse kalabalık bir panayır yeri kalbim. İnsanlar geçiyor yanımdan, seni tanıdım hangi köydensin ,diyorlar. İnsanlar geçiyor yanımdan ruhuma sürtünerek, örseleyerek.

Sana dönüyorum yüzümü ve alnımda bir bıçak kesiği. Gül çehrende bir umut, hani her şey güzel olacak tadında, aradığım. Ben kaç sokak sonra bitiyorum hayalin esrarına ve yüreğimdeki bitkinlik haline uykuların kapıları duvar.

Diyorum ki Dost; sadece küçücük mutların kıyısında ağlayabiliyorum ben, hayatın damarlarından akmayalı ve sığınmayalı serkeş bir umura ve daha bulanmayalı aşka ne çok zaman geçti. Senin efkarına basmayalı bir yarayı şöyle kanırta kanırta, uslanmayalı sonra.


Her sefer bir öncekinden daha kabuk bağlıyor yaram, gülüşlerimin anlamsızlığı bundan. Yaralanmak için randevulaşmıyorum hayatla. Ya da ansızın çalmıyor kapımı sükût, kocaman ve en kayıtsızından…

Bir bir kapanıyor açtığım pencereler. Dışarıda ayaz, dışarıda insanlar soğuğu kırmakta. Maharetlerine kayıtsızlığımız vuruyor bizi ya, ah o hiçbir şeye benzemeyen sızı ve hiçbir kesifsizliği acının içimizde.
Sana demeliydim ki, bir yâr bir de sen ve elinizden düşmeyen…

Göğsümde patlayan nefes kadar bile yaralı değil dünya, inan buna. Hepsi boş aslında; parmaklarımın klavyenin tuşlarına sertçe vuruşu,-eski alışkanlıktan kalma- kelimelerimin yavanlığı, alışıldık acılardan yansıyan yapışkanlık, bir kavga tadında dahi vurmayışı sevdanın, şiire çarpıp da hayata dönüşü sırların, sıradanlığın aynasındaki aksim, hepsi boş…

Eskisi gibi ağlayamamak bile kaybetmek karşısında, saygıyla…
Cennetten derilen güller değiliz biz, bahçesindeki ıtırın gölgesi düşmüyor rüyalarımıza. Hiç O’ndan akmamış hayat gürül gürül. Bir başka hayat var sancılarımızda, bir öteki…

Dostluğun kadar dardayım, sana sığınamayacak kadar darda, anla. Sen bilesin diye değil, sen fark edesin diye hiç değil, kalbini yoklayacak bir nefes olsun, söz değil ses olsun, öyle bak aynana.
Yetkin değilim dost, hayatıma. Elinden tuttuklarımdan, ardımda bıraktıklarıma; geçip giden şu kahrolası zamana has bir kararlılıkla nazar edebilseydim keşke. Çok ağır işliyor sarkaç, yoruldum ben takip edememekten, geç kalmaktan.

Geç kalmak dedim de, bir prizmadan yansıyan ah şu hayat, gözlerimizde parıltıya, düşlerimizde yanılgıya kalbeden ve bizi sürükleyen o en derin açmaza. Yoruldum artık, anlam yüklemeye kalkma yazdıklarıma da. Bu gemide uzun uzun sustum ben, sen dibine vurdukça anlamın. “Yanlış” ve “doğru”ların yarıştığı bir serüvenin her karesinden yenik çıkan bir gemici miyim ben, olsun. Yazgıma yükleyip vebalimi kaçıyor muyum kalbimin tuzaklarından?

Varsın bir türkü kadar bile yerleşik olmasın bahtım.
Her şey bu sokağa aşinalığımın yitip gittiği zamana denk düşer. Yol arkadaşlarımın gözlerinde yakaladığım o matrak ifadeden daha matrağı neydi biliyor musun? -sanki bir şiirin en hatırasız cümleleriydi hissettiklerim-Bir rüyadan vakitsiz uyandırılan huysuz çocuklar gibi insanlar, durmak için ne bekliyorlar? Susmak ve yatırmak için hayalleri çifitli sulara.

 “eteğindeki tüm taşları dökme” derdi sevdiğim,
Bir gün yeniden dönebilirsin yüzünü bir hatıraya- Bunu ben söylüyorum ki bilinsin.-
Kaybetmek  yüreğimde bir yara. Kaybetmek onursuzluğu hikayemin, gururuna vurulmuş pranga. Kaybetmek kaçınılmazı mazinin, dağınıklığım benim.

Yok ben değilim; her kapı çarpılışında ruhu örselenen ve her çarpışımda kapıyı ardında kalan. Ben gözlerinden kovulmuş bir duanın yarı yolunda bıraktım seni, sonuna kadar değilim, sonunda duran değilim, sonranda enselenen…

Dost, bir daha ses vermesem  de sana, bil ki her veda soluğumdan çalınandır, sesimden düşen.
Bu defa son hece “sen” olsun içimde, varsın ecele değsin aşınmış yolları kaderin. Kimseyle kader birliği etmişliğim de yok artık, bilmediğin…

Ben eteğimdeki tüm taşları düşlere emanet ettim, yolum kısa…
Ben, bütün yeşilleri toprağa işledim, kök saldı sevda…
Bir “karaağaç gölgesi” daha olsa, bir kez daha…
Yeniden uzağında olsam da, en yakınında…
Bir gece çalsan kapımı ansızın, ağıdına eşlik etsem,etsem…
Yastığıma yasladığın başında dursam…
Uzun uzun bassam bağrıma kahrını, sen uyurken…
Sen uyurken oldu desem, bir yağmur kanıma girdi, bir hece ikiye bölündü en olmadık zamanda, bir hatıranın yüzü epridi, bir sevdanın talihsizliği geçti kayıtlara…
Sen uyurken, yola düştüm ben, hem senden ama en çok kendimden…
Kızma bana, ayaklarım bir ton ve ruhum ah ruhum…



10 Şubat 2011 Perşembe

Hayat ! Mutluluk Borcun Birikiyor

Kaldırıp attığımız,
buruşturup anlamsızlaştırdığımız
ayrıntılarda yakalanmamış güzellikler adına…
-

Kaç zamandır oturup ta seninle şöyle dizdize, iki çift lafın belini bükmüyoruz biliyor musun? Öznesi ayarsız, heyecansız, kurgusuz , sevimsiz kısacık cümlelerle sürüyor seninle kavgamız, bu bir tesadüf mü?
-Benim dünyam tesadüflerin esaretine ihtiyaç duymaz, tüm saatlerimi bir düzen ve ahenk üzere kuruyorum. Hoş bunu sen de iyi biliyorsun ama nedense bugün beni sinsi bir planla sahaya çekme gayreti görüyorum gözlerinde. Üstelik hiç hayra alamet gelmiyor bu parıldayış.

9 Şubat 2011 Çarşamba

İlk Andan Sonra

İlk an…
Ailenin haşarı oğlan çocukları ellerindeki sapanla bir kuşu avlamaya çalışıyorlar. Terastan onları izliyorum, sanırım aklım ilk o zaman karışıyor. Zevklerin bir kuşun kanadındaki acıya denk düşen tarafını görmezden gelmenin “büyük” olmakla kurulan sarsıntısız bağı...
Dış kapıdan bir ses geliyor, hayatım boyunca bir daha eşine ancak Türk filmlerinde rastlayacağım oturaklı bir ses. Belki de çocukluk, bir kurtarıcıya gereksinim duyduğunda algısına efsanevi anlamlar yüklüyor, kim bilir.
Ulan serseriler ! Faydasız işler yapmaya utanmıyor musunuz? Hadi içeri, ders çalışmaya”
Bu Babam… Herkesi bir anda çil yavrusu gibi dağıtıveren gücüne hayran hayran bakan gözlerin sahibi ise ben. Yani O’nun en küçüğü, yumuşak karnı, şımarıklığına göz yumulması elzem olan oyuncağı, sonrasında arkadaşı, yoldaşı, uzun yürüyüşlerde sessizliğini paylaştığı sırdaşı…

5 Şubat 2011 Cumartesi

"Çocuk" tan Artakalanlara İthaftır (okunması zaruri değildir)

Çoluk çocuk nasıllar abi? İyiler çok şükür”
 “Bizim çocuklar bekliyorlar arabada, hadi bana eyvallah”
“Şu çoluk çocuğun istekleri de hiç bitmiyor hemşerim, kıvır zıvır işler
Yukarıda verilmiş tırnak içi muhabbetler tamamiyle hazır cümle kalıplarıdır, lütfen bütünlüğünü bozacak şekilde alıntılamamaya ve de çarpıtmamaya özen gösteriniz.
Zira ağır abiler ve “muhafaza” kâr kardeşlerin tehlikeli sınırlarında dolaşmaktan sonsuz haz duyabileceğim şu delilik dakikalarında, ekstra bir sapkınlığın altına imza atmak bir tür intihardır ve zamansızdır.

2 Şubat 2011 Çarşamba

"Efkâr"ına Naziredir

Hüznüne gölge,

şiirine sağanak, 

dizlerine derman olsa

kelimeler,

yine de sevgili olamaz

hicranına dizeler...