9 Ağustos 2013 Cuma

Ömrüm geçtikçe...


Bugün uzun ve yorucu bir ömrün başlangıcıymış, öyle diyor takvimler.
Bugün her zamankinden fazla ufka kaymış gözlerim...
Bugün bir zarfın içindeki adressiz bir mektup,
bir cama düşen son yağmur tanesi,
bir daha dönülemez olanın özlemi

ve
ömrümün kırık bir sazın tellerine takılışı...
İçimin karmaşıklığında asla yitmeyecek olandır artık
ucu yakılmış bir mektup ve 
özlemek seni dağ gibi...

4 yorum:

  1. Bu mektupların uçları niçin yakılırdı, ey Dost?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mektupların dili özlemin diliydi ve acının tütsülenmiş hâlini resmederdi kelimeler. En sahici hâli bir mektubun, kendini imha ya da inşa etme kararıydı. Sevgili'ye yazılmışsa bir kararda durmaz ve hep yarım bırakılmanın hüznüyle içten içe sönerdi. Bir Dost'a yazılmışsa kelimelere ulaşamadan sönüverirdi ateş, Dost yüreğin serinliğiydi çünkü. Şimdi ucu yakılmış mektuplar yok, özlemenin dili öksüz. Bu yoksunluğun hiç bir dilde karşılığı kalmadı, artık tuşların soğuk yüzünde yeniden karılıyor kelimeler. Ki ben o kelimelerin kifayetsizliğine kefilim.

      Sil
    2. Bu yoruma istinaden sanki kâğıt kelâma, kelâm da kâğıda muhtaçmış gibi bir intiba oluşuyor insanda.. kâğıt öncesi ve kâğıt sonrası kelâmın ve aşkın hep yarım kaldığı sonucuna mı varmalıyız bu durumda?

      Sil
  2. Elbette. her ikisi için de... Ne tamamlanmak düşü ne de son nokta... Birer sanrıdan ibaret.

    YanıtlaSil