30 Kasım 2012 Cuma

Kandırabilsem...

Bir demli çay, masamda bir kaç dağınık kitap, serseri okuyuşlarıma düçar...
Ah, hiç bir yere yetişemeyecek olmanın esrikliği ve zamanın elicenaplığı insana...
Ne güzel! Kâh ruhuma çarpıp kalbimi yoklayan bir şiir oluyorum, kâh zincirlerinden boşalmış bangır bangır bir türkü. Hadi tutun beni, sakındırın beni kendimden, deli eserken içimden içimden, ben...

Mütemadiyen esriğim, mütemadiyen serseri... Gün doğarken uyanmak gibisi yokmuş, yeni fark ediyorum. Güneşin alnıma kondurduğu öpücük en sahicisi diyorum gülümserken. Terasa çıkıp bir kaç kuşu sabah mahmurluğunda yakalayıp muziplik yapıyorum sonra. Ah dünya gülüyor bana, ben kendimi seviyorum böyle zamanlarda...

Tembellik de yakışıyor ama kelimelerin büyüsü başka... İçimden yeni serserilikler yapmak geçiyor mesela, tam da... Kitaplarımı gözlerimle süzüyorum uzun uzun. Bunlar sadece bağışlanma numaraları aslında. Aklım bir süredir Maalouf'un yeni kitabında. Bu ne yüzsüzlük demelerinden korkmasam, bir çırpıda alıp geleceğim kitabı. Yalnız tüm yarım kalmışlıklarının hıncını dudaklarını mühürleyerek alacaklar benden, korkuyorum. Bütün cilvemi takınıp kandırabilsem, ne âlâ...

Milena hüzünle karartacak yüzünü, Aynalar'ın kalbi kırılacak, Yedinci kez şaşıracak gemim rotasını, tekmili birden dağıtacaklar rüyalarımı, ama...

Ah tutabilsem kendimi, serazadlığım kıran kırana...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder