30 Haziran 2010 Çarşamba

Hayat! Mutluluk Borcun Birikiyor…

Kaldırıp attığımız, buruşturup anlamsızlaştırdığımız
ayrıntılarda yakalanmamış güzellikler adına…

-Kaç zamandır oturup ta seninle şöyle dizdize,iki çift lafın belini bükmüyoruz biliyor musun? Öznesi ayarsız,heyecansız,kurgusuz ,sevimsiz kısacık cümlelerle sürüyor seninle kavgamız,bu bir tesadüf mü?

-Benim dünyam tesadüflerin esaretine ihtiyaç duymaz,tüm saatlerimi bir düzen ve ahenk üzere kuruyorum.Hoş bunu sen de iyi biliyorsun ama nedense bugün beni sinsi bir planla sahaya çekme gayreti görüyorum gözlerinde.Üstelik hiç hayra alamet gelmiyor bu parıldayış.

-Belki son derece masumane bir iç döküş,özlediğim bir zamanda kayboluştur istediğim. Neden sebep arama kaygısı taşıyorsun durmadan.İnsan hesapsız kitapsız sohbet edemiyor ki seninle.

28 Haziran 2010 Pazartesi

Görüldüğüm Yerde

Bugün lâl gözlerinden öptüm hayatın
Bugün deli kuvvetindeydi rüzgâr
Kalktım
Bir uzun hava ezgisi,canhıraş
Odamda doğmayan güneşin ağzı bükülmüş
Dökülmüş ruhum sokaklarına

Sakî ! Yollar Seyrine Zulüm

uzun uzun cümlelerle kurgulamak isterdim hikayeni ve yol üstü duraklarında bıraktığın izlerin resmini çizmek isterdim bir soğuk seher sabahında...


Oysa o kadar dar ki zaman ve yolların hatrı öyle derin ve sahici ki.
Dünya mı döndükçe vuruyorum kayıtsızca yollara, yoksa...

27 Haziran 2010 Pazar

nur zelal senaryoya şerh düşer...



Trajedinin gerçeğe tosladığı gün...
Zır zır ağladığım gün o gün...
Ve ben,yani nur zelal senaryoya küçücük kelebek dokunuşlarımdan birini bahşettim.
Bir silah ve bir kadın...Bir adam ve bir çocuk...
Bir saray ve bir kafes...Bir düğün ve kaç cenaze...
Bir yalan ve bir üfleyiş...Bir deniz ve bir bakış...
Bir behlül ve bir kaçış...
"Behlül kaçar"ken ağlamadım yalnız,zinhar gelmedi içimden timsahın kalın derisinden sızana yoldaşlık.
Yeni bir son yakışırdı,yakıştırdım.
O toprağa iki beden sığıştırdım.
Aralarına betondan tanrıların zırhını tıkıştırdım.
Sonra oturup zaferimi kutladım,hangi kadeh senindi?
Karıştırdım...

23 Haziran 2010 Çarşamba

Mahallenin Hayalcisi


Mahallenin hayalcisinden mahallenin deliliğine terfi bâbıdır

Bir geminin güvertesinden seyre dalıyorum isli ve puslu resmi geçidini kayda düşülmeyenlerin.
Her yeni fotoğrafla biraz daha zihnime ihanet ediyor gözlerim,kalakalıyorum.

Edebiyat parçalamak için fazla engebeli menzil,dilim damağım katline şahitken kelimelerin.

Aslında sadece kelimeler olsa ve ses kendini bir gölge gibi sızdırıverse her hikayede gam değil.

Dondurduklarımız hikayelerimizin dudak uçuklatan zehri ve bu zehrin yolculuklara zerkinden daha elim değil ihanetler…


13 Haziran 2010 Pazar



uzun uzun cümlelerle kurgulamak isterdim hikayeni ve yol üstü duraklarında bıraktığın izlerin resmini çizmek isterdim bir soğuk seher sabahında...

Oysa o kadar dar ki zaman ve yolların hatrı öyle derin ve sahici ki.

Dünya mı döndükçe vuruyorum kayıtsızca yollara,yoksa...

Ben niye herhangi bir yolcu gibi dayayıp başımı cama,hüzünlü ayrılık öykülerinin yalın kahramanlarına öykünemiyorum?

Neden en afili cümlelerimi bölüyor muavin çocuk olmadık yerinden? "Abla,bir şey içer misin?"

İçerim ama mümkünse elinden olmasın Sakî !...

Hatta mümkünse geç beni yolculuk boyunca,ister tek ister çift ama geç beni, tanıma, görme, konuşma,bölme karanlığımın kesiksiz çizgilerini.

Bön bön bakıyor bana, "çattık"edasıyla,e o kadarını anlıyorum artık.Bir zamanların "uzun yol otobüsleri kabusu"ydum ya;biliyorum muavinler için bir şeyler içecek yolcunun elleri içindir herşey.Uykusundan uyandırılma pahasına vazgeçilmezidir.

Yalnız bu hüsnü niyetime karşılık gelecek zamanın hiç bitmemesini umarken ben,hatırlamadığım yerinden yeniden ve bir gece yarısı operasyonuyla durduruluyor otobüs.Arkalardan bir kadın çocuğunu "zorunlu ihtiyaç" gerekçesiyle ite kaka yuvarlıyor merdivenlerden.(Yine orta yerden almışlar biletimi,bizim ailenin erkekleri ne kadar seviyorlar sallapati işleri)

Çocuk biraz aksiyoner ruhlu,bir orduluk gürültü çıkarıp çekip alıyor uykunun kucağından yolcularımı.(E ben onlara hikayeler yakıştırmayı en çok uykularında seviyorum ya,bozuluyorum bu duruma ister istemez)

Muavin aynı gevşek-bana hep sinir bozucu gelen-tonlamasıyla kısa cümleleri uzata uzata anlatıyor seyrü seferimizdeki beklenmedik aksamanın nedenini.(Bunlar da kimin cümleleriydi şimdi)

Neyse ki çok geçmeden bu kesinti nihayet buluyor ve bizim işgüzar muavin yanımda alıyor soluğu. "Abla,lambanın ışığı yetmezse benim küçük el fenerini tutayım deftere,gözlerini bozacan sonra"

E yok artık,ben yine aynı kabusu görmek zorunda mıyım her yolculukta Allah aşkına?

Yanımdakini ninnilerle uyutana kadar canım çıkmış zaten.Hazır "mola"dan dönmüş afacanı elimdeki topkekle kandırıp koltuğuna yollanmaya zar zor ikna etmişken ve yeniden gece ve yolculuk aşkıma rücu etmeye bütün ruhumla hazırken...

Kardeşim diyorum-ki en son beyefendi dediğimde muavin bunu ilan-ı aşk olarak kabul etmiş ve beni içecek sağnağına mahkum etmişti-

Kardeşim;aç kulağını ve beni iyi dinle.Otobüsün orta -halli- yolcusu gibi görünebilirim-ki dönüşte bu faturanın acısını hemcinslerinden ziyadesiyle çıkaracağım sana yemin-,sessiz sakin duruşuma bakıp bu abla içi geçmiş çaylarımın katline karar kıldıklarındandır hayalleri kurabilirsin.

Şimdi aklını resetle-valla burada kayışlar kopmuş bende,kabul ediyorum- ve tekrarlamama meydan verme.

Ben,gece yolculuklarını severim,zira elbet en gevezesinin bile uyku denen illete yenik düşecek bir ruhu vardır(en azından umudum bundan yanadır)

Gece kendini yolculuğun kollarına bırakırken,hayallerin dizginlerini koy verir.Kelimeler karanlıkta daha bir fiyakalı kaydırırlar kendilerini esrarengiz harflerin yamacına.

Daha neler...

Hiçbiri ağzımdan çıkmadı tabi bu şizofrenik cümlelerin,zihnimin koridorlarında birbirlerine çarpa çarpa köşe kapmaca oynamalarına izin verdim sadece.Yoksa zavallı muavin uzun susmalarımdan -ki zannedersem bakışlarımla da bir parça ele vermiş olmalıyım ki kendimi-ürküp şöfor koltuğunun yanında alır mıydı soluğu.Yaşayan-normal-bir organizmanın bardağına çay doldurmaya meylederken O,ben yeniden döndüm.


Sana döndüm,geceye ve Sana.