9 Ocak 2020 Perşembe

Izdırap



Yürürken, bir kitabın sayfalarını karıştırırken amaçsızca, penceremden İpek Yolu’na bakarken ve hikâyesizliğine hayıflanırken içimden içimden; aklımda dönüp duran Söz: “Karizması olan bir şey varsa o da ızdıraptır.”

Izdırap... Dimağımda bıraktığı soylu tada vuruluyorum en çok. Tarifi imkânsız değil diyorum sonra. Bastığımız toprağı yabancılayışımız ve böyle olur olmaz kopması ilmeği hayatın.
Izdırabın sarayından kovulduğumuz günden beri tenimize değen hiç bir acı kâlbe nüfus etmiyor. ‘İçim acıyor’ diyen birine o kadar uzak düşüyoruz ki, o ‘iç’in çarçabuk acıları dinsin diye yapacağımız ilk şey bir terapistin kartını vermek oluyor. Sevdiğimizden yapıyoruz bunu, ‘iç’ini içimize akıtmasından deli gibi korkuyoruz hâlbuki.


Hikâyesine dertlenen İpek Yolu’nun uğultusu bölüyor düşüncelerimi ama iç’imin bununla ilgilendiği yok. Sarayın kapılarında dırmuş hâlâ bir iz arıyor bu sürgünlükten; kâlbe şifa niyetine, belki çaresizce...

Son birkaç yıldır dönüşümüne dilimin rutulduğu bu nesil korkutuyor beni. Ürkütücü boyutta realist olmalarından korkmamam mı gerekiyor? Bu tırmanış bir başka vurgunu olduğum sarayın kapılarına sürgün ediyor: Diğergamlık.
Yolculukları kendilerine doğru, yol arkadaşları yine kendileri.
‘Ben eşsizim’ çığlıklarını biraz dikkat kesilseniz duyabilirsiniz sanki. ‘Ben benzemezim ve bir başka benzemezin gölgesi vursun istemem yolculuğuma.’ Kaç saraydan kovuldukları bilgisinden yoksun, öyle umarsız, bir o kadar da çaresizler ki...

En son ‘Umud’un kapısında nefesleniyorum. ‘Sızlanma’ diyorum iç’ime, ‘elini tuttuğun senin mirasındır. O’na yol ol ki gölgesi gölgene yâren olsun, hikâyen bu uğultuda yitip gitmesin.’



1 yorum:

  1. İçim acıyor ve içimi akıtacak hiç bir mecrâ da yok... Belki içimin acıları çarçabuk dinsin diye bir terapistin kartını verecek yâren de yok... Ne bir umut kapısı var nefeslenecek, ne de yitip gidecek bir hikâye... Miras?? Geriye bıraktığımı zannettiğim avuntularım...

    YanıtlaSil