İnsan malzemesi üzerine yazıyoruz, çiziyoruz, çözümlemeler yapıyoruz, kızıyoruz, küfrediyoruz, hayal kırıklıklarına uğruyoruz, sırtımızı dönüp gidiyoruz, olmadı yok sayıyoruz falan filan...
Eskiden... diye başlayan cümleler kurmayı çok seviyorum ya ben, yine aynı cümleyle başlayacağım kendimle konuşmaya.
Eskiden-yani iç geçirtecek kadar uzağımıza düşenden- evin her bir köşesinin bir sahibi ve her odanın bir mânâ yükü vardı. Er vakitte ahali teyakuz halinde yataklarından fırlar, herkes görevinin gereği neyse hayata oradan dalıverirdi ve boşluk olmazdı hiç yüreklerle geçen zaman arasında.
Eskiden-yani iç geçirtecek kadar uzağımıza düşenden- evin her bir köşesinin bir sahibi ve her odanın bir mânâ yükü vardı. Er vakitte ahali teyakuz halinde yataklarından fırlar, herkes görevinin gereği neyse hayata oradan dalıverirdi ve boşluk olmazdı hiç yüreklerle geçen zaman arasında.
Adımlar esrik değildi daha, kalp bin parça hikayelerden bunalım çıkarmazdı. Olsa olsa imkansız aşkların kıyısında usul usul acı çekmeye dururdu insan, ince ince öksürüklerin gölgesinde fısıltılar kendini koyverirdi. "Bu çocuk-ya da kızcağız- aşık ahretlik, baksana nasıl günden güne süzülüyor"
"Çıkmak" sokağa karışmak, manita "sevdaya kapılmak", ex "içindeki ukde"nin adıydı. Kimse kimsenin "yavuklu"suna yan yürekle dahi bakmazdı.
Entrika bolcanaydı ama mahalleli çok iyi tanırdı fitnenin kaynaklarını. Herkes kapısını bacasını kollar, kötülüğe açılan pervazların demirleri sağlamlaştırılırdı.
Mahcup kızlar ve vakur erkekler hissikalbelvuku esrarında bulurlardı birbirlerini, sevda soluksuz ve "benzemez"di.
Beyaz perde dedikleri harbiden de beyazdı ve kız oğlanın hasretinden yataklara harbiden de düşüverirdi. Yılmaz Abi, adalet dağıtırken merdiven başına kurulmuş masasında, umutların taze tutulması gerektiği içimize su serper, o sustukça biz hikayeyi baştan yazardık.
Kötü adamlar vardı, pos bıyıkları ve karşı köye ulaşan bed kahkalarıyla diğerlerinden çabucak ayrılırlardı. Bir çocuk bile vakıf olabilirdi kötülüğün bilgisine ve iyiliğin boyası ucuz, yerleştiği yürek kaypak olmazdı.
Uzun metrajlı değildi hikayelerin afili. Mutluluk ve kahır kolkola ama her defasında aynı sokaktan birlikte çıkar, siz evlerinize dağılırken yanınızda götürdüklerinizle daha bir zenginleşirdiniz.
Sonuçta yürekle zaman arasında boşluk olmazdı.
Şimdi...
Artık diziler var, dizilerde her dakika baştan yaratılan ! esrarlı karekterler var, sakızın imanını gevreten metrajlar var, bir koldan diğerine jet hızıyla seyrelten cici cici kızlar var, modern hapishane ve uzay uyarlaması tımarhane görünümünde yalılar var, denize sıfır kahve molalarında "kim kiminle nerede" muhabbetlerine kan kusan duvarlar var, aramızda seçkin ve normal insanlarmış gibi dolaşan "coşkun"lar var, kanından insanların katline fermanı gözü kapalı yazdıran hükümranlar var, vatanı kurtarmaktan bıkmayan "niyazi"ler var, vatanı satmaktan yüksünmeyen "sahip" ler var, var, var da var...
En hazin olanı da; bu karelere kendini hapsetmiş ben, sen, o, biz, siz, onlar var...
Hadi soyutlayalım kendimizi, evimize elimiz dilimiz yetsin. Ya mahallemin "sakin"i, komşumuzun kızı, çizgi canavarlara dönüştürülen çocuklarımız...
Hadi yaşayalım, ne kadar yaşanabilirse...
Tekrarlar önemine binâen mi, kelâmın akâmete uğraması ile mi ilintili?
YanıtlaSilTekrar değil ama arşivden... Arada bazılarının tozunu alıp yeniden hayata dair kılmak, iyi geliyor. Kelâmın akâmete uğramasını sorgulamıyorum.
YanıtlaSilTozunu alıp yeniden hayata dair kılmaz istediğiniz diğer yazılar yok mu?
YanıtlaSil