24 Ekim 2014 Cuma

Ayna Tuttum

Hani bazen beklenmedik bir taş düşer suya ve sırtını dönüp gitmek istersin uzaklara. Sanki kalsan o suyun kenarında, sanki biraz derin dalsan halkalara büyüyecekmiş gibi içindeki... Oysa taş suya değdiği andan beri yitirmiştir belleğini, bilirsin ama yine de gitmek istersin, gidildikçe büyüyen dalgalara inat...
..........
Ey dağlara yaslanmış suret-im-, de bana
eğer "sudaki aksin" olsaydı yaralara melhem, 
gidilir miydi bütün adreslerden,
vaz geçilir miydi şiirinden?
..........
Ayna tuttum zahire; kırıldı beli bildiğim tüm kelimelerin... Son kez düşünür gibi, son defa bakar gibi bir çift sevdalı göze, son vapura yetişir gibi nefes nefese, son gülümseyişini dondurmak içinde seve sevine, sonsuza dek sevmek ama beklememek işte... Bunları düşündüm ve yeniden gözümü dünyaya açtığımda yine bunları düşünüyordum. Hayat! En yitirilesi anda ne merem bir soluksun öyle?...
..........
Çıkıp geldim işte" diyordu Şair, geldim ve gözlerinin sırrına erdim. Önce uzak uzak gitmek gerekiyordu, koşar adım gelmek için... Şimdi hangi kitaptı ise ellerimize bağışlanmış, yaprak yaprak hatmetmek için... Yeniden...
..........
"seni bana kalp diye koymuşlar
beni sana gidiş hazırlığı
gittin ışıklar yandı içimde
ışıklar söndü içimde gittin
seni gittim ben aynalara bakarken
aynalar seni sürdü ben seni öldü" İ.Özyol
..........
Sahi unutmak nasıl bir şey; en sevdiğini, sevmediğini, nefretini, kızgınlıklarını, kırılan bir vazoyu, yırtılan bir resmi, düşürülen bir yüzü, omuzunda ağlanan bir dostu, hatırasına dünyanın bağışlandığı bir çift gözü, uğruna Bağdat Halifesiyle savaşılanı, ilk kalp atışını, son terk edişi...

Sahi, unutmak yabancılamak değil midir; kendinden sonra her şeyi...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder