Yeniden uzun uzun halleştiğimiz demlerdeyiz gecelerle.Nasıl oluyor bilmiyorum ama,sanki yazın dağıttığı parçalarımı büyük bir itinayla toplayıp yeniden bedenime dair kılan bir hoşluk hali bu. Ah biliyorum bir ağustos çiçeğiyim ben ve gözlerim güneşin mahcup yüzüne tutkun.
Ne zaman annem domatesin olgunlaştığı zamanlarda doğduğumu söylese,güler ve aylardan hangi vurgundur derdim içimden.Sıcak alabildiğine ve yorgunluğum uzun bir gecenin sabahına direnen gözlerimden bellidir.
Biter ve başlar hayat,birinin bıraktığı yerden sıkı sıkı yakalar ipi yeni gelen.Hani olur ya,hani bir talihsiz siyah gül gibi yakanıza yapışır ya kadere cilveyi yakıştıran meçhul giz…
Hani yazgı son çizgide fırlatıverir sizi zamanın orta yerine,korunaklarınız yıkılır,uzun ve yakıcı bir ağıda yoldaş kılınır göbek bağınız.Nedenini anlayacak akıldan uzak,hüznün ilk andan itibaren ruhunuza sırnaşan arsızlığını kavramak imkansız.Doğmak yazgısı yazılmıştır alnınıza,dumanı tüten bir yasın ağırlığı sırtınızda.
Kader birliği ettiklerimiz her zaman dokunabildiklerimiz değildir ki.Bazen tam da O giderken açarsınız dünyaya gözlerinizi ve hep aynı acıklı ses,ağıda benzer bir ninniyle büyütür sizi.Kimbilir bu ağıtın devamıdır dinlediğiniz bütün hüzünlü şarkılar ve bitmeyen şarkının nağmeleri sizinle birlikte yol alır durmadan.
İlk karın düştüğü günlerde,hasat zamanı,üzümler olgunlaştığında…
Yok bu kadar romantik değildir,hem de bu kadar belirsiz.An be an bilinir ki,ölümün mevsimi değildir aslolan.Takvim yapraklarından,soluk resimlerin arkasına düşülen kayıtlardan,bir avuç toprağa mihmandarlık eden mezar taşlarından da anlaşılır ki,bir doğum bir ölümün peşisıra kurulursa tahtına zamanın,mevsimsizdir yazgı.
Ben böyle bir mevsimsizliğin kelimeleriyle doğmuşum.Gencecik bir Fidan’ın güneşe benzer gülüşüne meftunluk kaderiyle açmışım gözlerimi dünyaya.Günlerle sayılı bir fasıla olmasa yokluğuyla varlığım arasında,kaybına şahitliğim hayata gelişim olmasa,elbet kavuran sıcağın,donduran soğuğun bir hükmü olacak ruhumda.
Siyah beyaz bir fotoğraftan gülümsüyor bana.Adı hayat olmalıydı diyorum,kim en parlak ışığı bile bu denli mağlup edebilir ki başka ?…
Ne çok tanıklık bırakmış bu hayata diyorum,ne çok.Bir kapının pervazında,bir tiyatro sahnesinde,bir okulun bahçesinde,ilk takım elbisesiyle,ilk aşkın pırıltısı gözlerinde,ellerini kavuşturmuş dalarken uzaklara,nedense çoğu zaman yalnız,çoğu zaman hep tek karede.
Gencecik kardeşine ölümü yakıştırmaktan bitap annemin kucağında,mevsimsiz bir takvim yaprağı düşmüş zamana, benmişim o.Susmanın bazen ilişkilerin iç kanaması geçirmesi olduğunu ilk o gün fark etmişim.Göz alabildiğine karalar bağlamış etrafımı,geceye akrabalığım bundanmış.
Bir çift yeşil gözün feri sinmiş ruhuma,ne zaman düşlere dalsa o gözlerin hatrı kalırmış.O ne kadar hayatsa ben o kadar ölüm olmuşum.O ne kadar renkli düşlerle neşe saçmışsa etrafına,ben o kadar siyaha ve beyaza bağdaş kurmuşum.O hep yirmisinde bir filinta,ben hep bir yirmi fazla bakmışım hayata.
Ömrüm,taş plakların cızırtısından başka sükûnete düşman…
İşte bu yüzden,tam da bu yüzden düş çürükleri içinde ruhum…
İşte bu yüzden,tam da bu yüzden düş çürükleri içinde ruhum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder