Ben ruhumdaki gedikleri aramaktan yorgunum; çıkmayın karşıma öyle olur olmaz, sonra deliriyorum. Sonra delirdiğime deliriyorum, dön baba dön, yoruluyorum nihayet. Kuluyum ben; gayrısı mayınlı tarla, dikenli çalı, kör döğüşü...
Kime anlatacağım; yettirmeye çalıştıkça azaldığımı, oldurmaya uğraştıkça açık verdiğimi günün sonunda. Çarşıda başka içimde başka çıkıyor hesap, karıştırıyorum. Basmıyor kafam zaten, abaküs çağımdan beri sayılarla aram limonî.
İddiamdan vurulmadığım vakî değil. Unutup bir daha yükselttiğimde sesimi, yine ve hep yine...
Göğsümü bir kafesin demirlerine yormuşlar, buz gibi kırılıyor dokunduğumda kelimeler. Hiç biri çarpmadan o soğuk demirlere, kavuşmuyor gün yüzüne. Ben aşkı yazardım bir zamanlar, aşk ben kılardı geçtiğim bütün yolları. O denli güçlüydük ki ikimiz, dünya yıkılsa omuzlarımıza 'lâ' derdik 'lâ'. Sonra yıkılıverdi dünya, altında kalan tek ikimiz.
Şimdi çalılara takılı bir uçurtma kalbim; ne kurtarabiliyor kendini ki göğün hasreti dinsin, ne de kurtulmak istiyor ki kanadığı yerler derin. Yorduğum ve yorulduğum kadarım sayfalar arasında. Dost meclisi tarümar, biraz da bundandır telvesini boş bırakıyorum fincanların. Falların dili lâl, kuş kondurmuyorlar artık bir dağın tepesine, kondursalar da ben onu görmüyorum. Kitaplar sıradan hikâyelerde ısrarcı, ah tekrar ve tekrar bitirdiğim yerden başlıyorlar. Şimdi ben nereye sığayım? Hangi rüzgârın sesinde tanıdık bir ezgi, hangi güvercinin taşıdığı pusulada o muştu var? Nereye ve kime anlatayım da sesimin aksine bir şiir döşesin yollar?
Ey kendini ilhamdan sakındırmış ruh! Bak şiir diyorum, havada bahar hâlâ, aylardan Ekim. Sigaramın dumanında kıvrım kıvrım hatıralar ki sanki daha başlamadan uğurlamışız gibi kışı. Atlamış zemheriyi kelimeler say ki, olur a dökülmeden yakalayıvermişiz dalından yaprağı. Onca yıl geçmiş, tonla mevsim atlatmış aşk, içine sinecek tek bir bahara varamamış. Kalemin kehaneti bu ya, mevsimsizliği iliştirmiş yakasına, vuslatın ağaçları kararsız bir boşlukta salınıp durmuşlar.
Beni sakla, beni koru, beni bir sonraki düşe uğurla. Bana notasız bir şarkı bağışla ki bileyim, ezgisine kem göz değmemiştir. Burada haddinden fazla oyalandım, ruhum sanrılardan yorgun. Yorgunum diyorum ey dünya! Sen niye hâlâ gözümü kırpmadığım uykuların sorgusundasın? Sokak kedilerinin gözlerinde bulduğum mânâdan bile yoksunum. Bende ahenk arama, kusurlu tarafıyım hayatın.
Şimdi çıkıp şöyle son bir defa daha salıvereceğim nefesimi havaya ve yazdan kalma bir şarkıyı çoğaltacağım sokaklarda. Bu yollarda yalnız olduğuma öyle sevineceğim ki, kalabalıklar bir çırpıda dağılacak, bir ben ve bir de aşk kalacağız son yazın bağrında.
Ekim ayındayım. Yapraklar toprağa küsmüş gibi, her biri sessizce düşüyor. Gökyüzü, sanki unutulmuş bir mektubu hatırlamış da, şimdi onu yağmurla geri yolluyor dünyaya. Eski bir hanın avlusunda oturuyorum, üstüme çöken gölgelerle. Kalabalıklar geçip duruyor önümden, ama hiçbirinin bana bakmaya niyeti yok. Yorgunum, sırtımda, bir zamanlar inandığım aşktan kalma ağır bir küfe var. İçimde uzun yollardan gelmiş bir yolcunun uykusuzluğu. Aşk mı? Çoktan başka bir rüzgârın ardına takılıp gitti. Belki bir sarı yaprağın peşinden... Ben hâlâ rüzgârın yönünü anlamaya çalışıyorum, ama her seferinde biraz daha kayboluyorum. Bir kervansarayın taş duvarına yaslıyorum içimi. Eski zamanların bir seyyahı gibi, sessizliğe sığınıyorum. Kimse dönüp de “Nereden geldin, nereye gidiyorsun?” diye sormuyor. Oysa ben gözlerimle anlatıyorum her şeyi. Bir bakış kadar suskunum. Bir ayrılık kadar derin. Yağmur yağıyor. Ne adı belli, ne tarifi var. Öyle bir yalnızlık ki bu, yalnızların bile uğramadığı bir çeşme başı gibi. Bir gün çıkıp gelirsen, beni orada bulamayacaksın. Ama ıslanmış bir dize kalabilir belki, bir defterin unutulmuş bir kenarında. Kalabalıklar hâlâ önümden geçiyor. Ben hâlâ içimden düşen bir ismi toplamaya çalışıyorum, harf harf dağılıyor. Aşkı çoktan yitirdim. Ama hâlâ onun izinde yürüyorum. Belki bir han odasında bırakılmış eski bir mendil gibiyim. Kokusu gitmiş, hikâyesi kalmış. Ekim… Bu bir mevsim değil. Bu bir veda biçimi. Bir yalnızlık usulü. Sen şimdi hangi rüzgârdasın bilmiyorum. Ama ben hâlâ buradayım.
YanıtlaSilAdı unutulmuş bir yolun kıyısında, bir han kapısında bekleyen son yolcuyum.
sarı bir ışık vuruyor bu akşam,
YanıtlaSilnereden geldiğini bilmiyorum, Delire.
belki kalealtı’ndan,
belki sabunhane’nin nemli duvarlarından.
yüzüme değiyor —
ısıtmıyor, yakıyor ama.
taş sokaklarda yankılanıyor ayak sesim,
her köşe senden kalma bir fısıltı.
yapraklar düşüyor sessizce,
her biri bir söz gibi, Delire —
yarım,
unutulmak üzere.
rüzgârın elleri var sanki,
birini bana,
birini sana uzatıyor.
şehir yavaşlıyor Delire,
kimse fark etmiyor.
kavaflar çarşısı’nda ışıklar sönüyor,
bakır ustasının çekiç sesi bile susuyor.
ben ise, Delire,
her şeyin sarardığı bu mevsimde
sana daha çok benziyorum.
bir vitrin camında yüzüm,
arkasında senin gülüşün.
ikisi de solgun,
ama biri hâlâ sıcak.
kurtuluş’un yokuşlarında yürürken,
her taşta bir anın izi var.
senin sesin,
hala taşların arasına sıkışmış bir rüzgâr gibi.
Delire…
sen gittin gideli güz çoğaldı buralarda.
bir yaprağın düştüğü her yerden
bir sessizlik büyüyor.
cami avlularında yankılanan eski dualar gibi,
söylenmeden kalan cümleler var içimde.
ve ben,
o sessizliğin ortasında
adını tutuyorum elimde —
bir yaprak kadar ince,
bir ömür kadar kırılgan.
sarı bir akşam bu,
göğü bile yapraklar örtmüş, maviyi unutmuş.
bir rüya gibi geçiyorsun içimden,
arkanda sarı bir iz bırakıyorsun.
belki bakırcılar çarşısı’ndan geçtin az önce,
bir el yapımı aynaya baktın,
beni hatırlamadan.
ben seni sevmeyi
güzden öğrendim, Delire.
solmayı,
susmayı,
ve kalmayı da.
eski taş duvarlar gibi,
çatlayan sıvalar gibi —
zamana direnip susmayı.
şimdi şehirde her şey sarı:
sokak lambaları,
yapraklar,
hatıralar.
sen bile,
yokluğunla bu renge karıştın.
Ve ben,
her sonbahar,
biraz daha senin olmadığın birine dönüşüyorum.
ama yine de,
her sarı ışıkta,
her düşen yaprakta,
her bakır sesinde yankılanıyor adın:
Delire…
ama artık beklemek bile anlamını yitiriyor, Delire
YanıtlaSilzaman, hanın taşlarına sinmiş bir gölge gibi
ağır ağır çekiliyor üzerimden.
kervanlar geçmiyor artık bu yollardan;
sadece rüzgâr uğruyor,
kapı pervazına dokunur gibi sessizce,
ve eski bir dostun omzuna konan
el kadar temkinli.
bir zamanlar burada ateşler yanardı, Delire
yorgun yolcular
hikâyelerini bırakırdı taşlara.
şimdi o hikâyelerin dumanı bile kalmadı,
yalnızca yankılar—
adını unuttuğum bir sesin yankısı.
belki de her şey, Delire
anlatılmamış bir cümlenin içinde kaldı.
elimi cebime atıyorum,
kırık bir saat buluyorum — zamanı çoktan bırakmış.
belki ben de öyleyimdir, Delire
bir anın içinde kalmış,
ilerlemeyi unutan biri gibi.
bir isim geliyor aklıma,
sonra dağılıyor,
tıpkı bir yaprağı taşıyıp götürmesi gibi
rüzgârın.
geceleri, yağmurun sesinde
senin adını duyar gibi oluyorum.
ama sonra anlıyorum:
yağmur kimseye adını fısıldamaz, Delire
yalnızca toprağa döner,
başladığı yere.
belki ben de dönmeliyim—nereye bilmiyorum,
ama başladığım yere benzeyen bir yere, Delire.
ve eğer bir gün bu hanın kapısından geçersen,
taşlarda bir ıslaklık, bir cümle, bir gölge bulursan,
bil ki o benim, Delire
zamanın elinden düşmüş
bir an kadar sessiz,
ama hâlâ orada—
bir veda kadar sıcak,
bir hatıra kadar soğuk.
ekim bitiyor.
yapraklar artık düşmüyor;
çünkü düşecek yaprak da kalmadı.
Sadece rüzgâr var,
ve ben, Delire
adı unutulmuş yolların son yolcusu.
YanıtlaSilher bitti sanışımda yeniden doğuyor
sararıyor tüm renkler,
ağaçlar,
ve sokak lambaları,
ve taş duvarlarda şehrin gölgeleri,
ve suya yansıyan kavruk rüyalar
yok yok ekim bitmiyor aslında, Delire.
takvim öyle diyor belki ama,
içimde hâlâ o paslı rüzgâr esiyor.
aynı hanın avlusunda uyanıyorum,
her sabah
aynı taşlara yaslanıyorum, Delire
aynı gökyüzüne bakıyorum —
ve her seferinde biraz daha eksiliyorum.
bir kuş konuyor bazen karşımdaki ağaca.
küçücük, ürkek bir serçe.
ne tuhaf, onun bile bir yönü var,
benimse yönüm, Delire
sadece gidişin rengi.
rüzgâr bir an duruyor,
sonra yeniden başlıyor,
tıpkı unutmaktan vazgeçmiş bir kalp gibi.
dün gece,
uzun zamandır yanmadığı belli
bir kandil buldum odada, Delire
fitilini temizledim, azıcık yağ kaldı dibinde.
yaktım.
alevin titrek ışığında duvardaki çatlakları saydım —
her biri bir hatıraya benziyordu, Delire
birinde senin sesin vardı,
birinde vedan.
bir tanesi tam ortasında kırılmıştı,
tıpkı benim gibi, Delire.
dışarıda yağmur yeniden başlamıştı.
taşların arasına gizleniyordu
zeminden süzülen su,
tıpkı benliğimin arasına gizlenen
pişmanlıklar gibi, Delire.
bir an düşündüm;
belki sen de bir pencere kenarında, Delire
aynı yağmuru dinliyorsundur.
belki senin de aklından geçen bir cümle,
benimkine dokunuyordur fark etmeden.
ama sonra sustum.
çünkü bazı suskunluklar, Delire
buluşmaların en dürüst hâlidir.
ve ben artık kelimelerle değil,
sessizlikle konuşuyorum, Delire.
ne çok tekrarlıyorum ismini yine, Delire
ekim bitmedi, biliyor musun?
çünkü ben hâlâ buradayım.
bir hanın kapısında,
bir mevsimin ortasında,
bir ismin son hecesinde, Delire.
gidenin ardından değil,
kalanın içinde kayboluyorum.
belki bir gün,
belki bir gün, Delire
rüzgâr yeniden o hanın avlusundan geçer,
ve ben onunla birlikte
yeniden yürümeyi öğrenirim.
ama şimdilik,
ben hâlâ ekim’im, Delire
bitmeyen bir mevsim,
yarım kalmış bir dua, Delire
adını unutmuş
bir yolun sonundaki sessizlik,
Delire.
YanıtlaSilgeceler uzadı,
hanın taş duvarları artık daha soğuk,
rüzgâr daha keskin.
sanki her esişinde bir zamanı değil,
bir hatırayı alıp götürüyor, Delire.
ama ben hâlâ buradayım,
aynı gölgenin,
aynı sessizliğin içinde...
bugün bir çocuk geçti avludan, Delire
elinde ıslak bir yaprakla.
yere eğildi, su birikintisine baktı,
kendini seyretti biraz.
sonra yaprağı suya bıraktı,
gitti, Delire
bir iz bile kalmadı ardından.
ben o an anladım:
insan bazen bir yaprak gibi gitmeyi değil,
su gibi akmayı unutur.
ekim, bana unutmayı değil,
hatırlamanın yükünü öğretiyor.
her sabah, Delire
hanın kapısına düşen ilk yaprağı alıyorum,
defterin arasına koyuyorum.
kurumadan, solmadan, bir iz kalsın diye.
ama ne tuhaf —
sayfalar doldukça,
ben hafiflemek yerine ağırlaşıyorum, Delire
sanki her yaprak, bir hatıranın ağırlığını taşıyor.
gece olunca kandili yine yakıyorum.
alevin etrafında dönen gölgeler,
bir zamanlar konuştuğumuz şeyleri fısıldıyor.
“gitmek kolay,” diyor biri,
“ama kalmak bazen daha cesur.”, Delire
ben kalmayı seçtim belki de —
ama nedenini hatırlamadan.
yağmur bugün de yağıyor,
ama daha sessiz, daha ince.
sanki gökyüzü de yorgun.
birbirine karışıyor,
pencereden süzülen damlalar
tıpkı senle ben gibi —
bir an buluşup, sonra ayrı yönlere düşen su izleri gibi, Delire.
ekim...
biliyorum, yakında bitecek.
takvim beni kandıracak,
“kasım geldi,” diyecek.
ama ben inanmayacağım, Delire
çünkü bazı mevsimler bitmez,
sadece şekil değiştirir.
senin adın gibi,
benim bekleyişim gibi,
bir vedanın içinde kalmış
yarım bir cümle gibi, Delire.
bir gün, belki,
bu hanın kapısından biri geçer,
benim bıraktığım defteri bulur.
sayfalarını açtığında
kurumuş yapraklar dökülür önüne,
ve biri fısıldar ona:
“Burada bir yolcu vardı.
ekim’de kaldı.”,
Delire.
bu gece han sessiz.
YanıtlaSilne rüzgâr var, ne yağmur.
sanki ekim bile nefesini tutmuş, Delire
benimle birlikte bir şeyi bekliyor.
alev sönmüş
kandilin dumanı hâlâ odada asılı,
bir hatıranın kokusu gibi —
tam gitmemiş, tam kalmamış.
bir adım atsam, Delire
geçmişin yankısına çarpıyorum;
geri dönsem,
sessizliğin soğuk yüzüne.
ikisinin ortasında kalmışım:
bir tarafım unutuş,
bir tarafım sen, Delire.
az önce bir rüya gördüm.
hanın avlusunda yürüyordum;
yağmur yeniden başlamıştı,
ama bu kez yukarıdan değil,
taşların altından yağıyordu.
sanki toprak ağlıyordu, Delire
bir kapı aralandı o sırada —
sen çıktın içinden.
elinde o eski mendil vardı,
kokusu hâlâ aynıydı.
“geç kaldın,” dedim.
“ben hiç gitmedim,” dedin, Delire.
uyandığımda sesin duvarlarda yankılanıyordu.
ekim artık içimde yaşamaya başladı.
dışarıdaki rüzgâr değil beni üşüten,
içimdeki bekleyiş, Delire
zaman geçiyor, ama burada değil —
bu hanın avlusunda saatler de, takvimler de eskimiş.
belki bu yüzden herkes gidiyor,
ben kalıyorum, Delire.
belki bu yüzden sen gittin,
ben hâlâ buradayım.
bu sabah gökyüzü ilk kez biraz açtı.
bulutların arasından solgun bir güneş sızdı taşlara.
ışığa baktım uzun uzun;
gözlerim kamaştı, Delire
ama içimde bir yer ısındı.
sonra anladım:
belki de bekleyiş, gitmenin en zarif hâlidir.
ekim hâlâ bitmedi.
ama bu kez farklı:
yapraklar düşüyor,
ve ben ilk defa,
birinin düşüşünü izlerken üzülmüyorum.
çünkü biliyorum;
her düşüş, toprağa dönmenin başka bir adıdır, Delire.
ve ben de yavaş yavaş dönüyorum —
kendime, sessizliğe,
belki de seni unutmadan yaşayabileceğim bir yere.
belki yarın,
bu hanın kapısını son kez kapatırım.
ama bugün değil.
bugün hâlâ ekim.
Ve ben hâlâ buradayım,
bir mevsimin son hecesinde,
bir hatıranın sol yanında,
Delire.
YanıtlaSilsabah erkenden uyandım.
hanın kapısında bir sessizlik asılıydı —
ne bir kuş sesi, ne bir ayak izi.
sanki dünya benden önce gitmişti.
bir süre öylece durdum, Delire
taş duvarlara baktım;
her çatlak,
bir zamanlar tuttuğum nefes kadar tanıdıktı.
sonra anladım:
bazı yerler seni bırakmaz, Delire
sen gitmeden önce çoktan senden gider.
kandilin fitili tükenmişti,
defterin kapağı nemden kabarmış,
yaprakların rengi iyice solmuştu.
her şeyin içinde bir veda izi vardı.
ben de sessizce toplandım —
ne bir bavul, ne bir yük.
sadece içimde biraz rüzgâr,
birkaç yarım kalmış cümle,
ve senin sesinden kalma bir yankı, Delire.
kapıya yöneldim.
tahta, yıllardır ilk kez bu kadar gıcırdadı.
sanki “gitme” dedi bana, Delire.
ama ben
gitmenin de bir tür kalış olduğunu öğrendim artık.
arkamı dönmeden yürüdüm.
yağmur yeniden başlamıştı;
bu kez ne hüzün getirdi, ne de özlem,
sadece yıkadı üzerimdeki eski zamanı.
toprağa düşmüş bir yaprak gördüm yolda.
kurumuştu,
kırılgandı —
ama güzel.
eğilip aldım, Delire
defterin arasına değil,
cebime koydum bu sefer
artık hatıra değil, yoldaş olsun diye.
ekim bitti demiyor kimse, Delire
ama ben hissediyorum:
rüzgârın sesi değişti,
gökyüzü başka bir kelime arıyor kendine.
belki kasım’dır bu,
belki sadece geç kalmış bir vedadır.
han geride kaldı.
ama tuhaf olan şu:
ne kadar uzaklaştıysam,
içimde o kadar büyüdü.
belki ekim bir yer değilmiş,
bir zamanmış,
ve ben o zamanda yaşamayı öğrenmişim, Delire.
şimdi yürüdüğüm yolun kenarında,
ufukta solgun bir ışık var.
ne sabah, ne akşam —
ikisinin arasında bir an.
belki yeni bir başlangıcın kapısıdır,
belki de son bir durak.
ama fark etmez.
çünkü artık biliyorum:
bazı mevsimler bitmez, Delire
sadece insan değişir.
ve ben değiştim.
ekim’i ardımda değil, içimde taşıyorum.
bir yaprağın damarında,
bir yağmurun kokusunda,
bir suskunluğun içinde, Delire.
artık yolun nereye vardığı önemli değil.
ben yola çıktım.
ve bazen, sadece bu bile,
bir hayatın tamamı kadar
anlamlıdır, Delire.
Ben bu ‘Delire’ye takıldım, neden Delire?
SilAyrıca gizli bir şair varmış içinizde, Ekim küstürülmüş bir ay gibi gelir, ne kışa yamanabilir ne de sıcak günlerin bağrında barınabilir. Galiba insana en çok benzeyen aydır. Dalgalı ve aidiyet duygusu sarsılmış.
Silhayal gücünüzün güçlü olduğunu biliyorum..
SilHayal gücüme sororsanız çok tanıdık bir yerden geliyor tınısı.
Silhangi tanıdık yerden?
SilO da bana kalsın:)
Silbunun bir de Delirmeye versiyonu var :)
SilDelireme de olabilir elbet:)
SilDélire yahut Delira yapsak kimse sorgular mı Delire'yi ?
SilValla şiir sizin, ne isterseniz…
Silşiir.. ne haddimize?
SilHad hudud dinler mi şiir? Geliverir
SilŞu Delire'ye bir mektup yazsaydınız ne iyi olurdu..
SilMuhatabı çok da güzel yazmış bence, adrese teslim.
Silhiç sosyal sorumluluk almıyorsunuz siz de..
SilProjelerle başım hoş değil efenim, spontane severim
Sil
Silprojelerle başım hoş değil efenim,
benim takvimim kalbimin ritminde çalar.
bir planın ortasında sigaramı yakamam mesela,
çünkü rüzgâr nereden eserse oraya dönerim.
bazen bir kahve kokusuna takılırım,
bir sokağın köşesinde unuturum her şeyi,
not defterim de dahil —
zira not almayı değil, yaşamayı severim.
bana “hedef” deme,
ben yönümü bulurum,
bir gülüşün gölgesinde bile.
zamanı katılaştıranlar bilmez,
benim için her dakika bir ihtimal,
her ihtimal biraz aşktır,
her aşk biraz delilik,
her delilik bir doğaçlamadır, efenim.
planla değil, hisle yaşarım.
bir sabah ansızın giderim —
bir şarkının içinden çıkarım.
bir sokak lambasıyla konuşurum belki,
belki de kimseyle.
projelerle başım hoş değil efenim,
benim haritama yön biçemez kimse,
keyfimin kâhyasına göre giderim.
lutfedersem gülerim belki de..
SilHem de kahkahayla. Spontane bir delilik olmuş bence.
Silşöyle spontane bir yazı yazmadınız hâlâ..
Silben hâlâ ekim ayındayım, Delire
YanıtlaSilyapraklar toprağa küsmüş gibi,
her biri sessizce düşüyor.
gökyüzü,
sanki unutulmuş bir mektubu hatırlamış da,
şimdi onu
yağmurla geri yolluyor dünyaya.
eski bir hanın avlusunda oturuyorum,
üstüme çöken gölgelerle.
kalabalıklar geçip duruyor önümden,
ama hiçbirinin bana bakmaya niyeti yok.
yorgunum, Delire, çok yorgun.
sırtımda,
bir zamanlar inandığım
aşktan kalma ağır bir küfe var.
içimde
uzun yollardan gelmiş bir yolcunun uykusuzluğu.
aşk mı?
çoktan başka bir rüzgârın ardına takılıp gitti, Delire
belki bir sarı yaprağın peşinden...
ben hâlâ, Delire,
rüzgârın yönünü anlamaya çalışıyorum,
ve her seferinde biraz daha kayboluyorum.
bir kervansarayın taş duvarına yaslıyorum içimi.
eski zamanların bir seyyahı gibi,
sessizliğe sığınıyorum.
kimse dönüp de
“nereden geldin, nereye gidiyorsun?” diye sormuyor.
oysa ben gözlerimle anlatıyorum her şeyi, Delire.
bir bakış kadar suskunum,
bir ayrılık kadar derin.
ve hâlâ ismini sayıklıyorum:
Delire.
yağmur yağıyor.
ne adı belli, ne tarifi var.
öyle bir yalnızlık ki bu, Delire
yalnızların bile uğramadığı bir çeşme başı gibi.
bir gün çıkıp gelirsen,
beni orada bulamayacaksın, Delire.
ama ıslanmış bir dize kalabilir belki,
bir defterin unutulmuş bir kenarında.
kalabalıklar hâlâ önümden geçiyor.
ben hâlâ içimden düşen bir ismi
toplamaya çalışıyorum, Delire,
harf harf dağılıyor.
aşkı çoktan yitirdim, Delire
ama hâlâ onun izinde yürüyorum.
belki bir han odasında bırakılmış
eski bir mendil gibiyim.
kokusu gitmiş, hikâyesi kalmış.
ekim,
bu bir mevsim değil, Delire
bu bir veda biçimi.
bir yalnızlık usulü.
sen şimdi hangi rüzgârdasın bilmiyorum.
ama ben hâlâ buradayım, Delire
adı unutulmuş bir yolun kıyısında,
bir han kapısında bekleyen
son yolcuyum.
YanıtlaSilbak, buradayım, Delire;
çıktım,
hanın ahşap kapısından
ve taş duvarlarından.
yapraklar düşüyor yine usulca,
sararmış yapraklar,
aşkın saçlarından düşüyorlar sanki.
ben çok üşüyorum, Delire
ve artık yorgunum
sarı yaprakları toplamaktan
ve sayfaları çokça eskimiş
defterimin arasına koymaktan,
çok yorgun.
çıktım artık, Delire.
ve kendimi böyle parlak,
böyle pürüzsüz bir ‘café’de buldum.
hanın taş duvarları gibi değil
buradaki duvarlar,
ve çokça ışıltılı, Delire,
‘café des amoureux’ yazıyor
duvarlarında.
‘aşıklar kahvesi’ymiş diyorlar, Delire
ama fondaki jazz seni hiç anlatamıyor,
ne taşların arasındaki rüzgârı,
ne senin adının yankısını,
ne de sen gittikçe sararan ışıkları ardından.
kağıt mendiller koymuşlar masalara,
ve hiç birinde senin kokun yok, Delire
herkes kendi dünyasında,
telefonlarına, kahvelerine gömülmüş;
bense buradayım, Delire
ellerimde eski bir mevsim,
içimde hâlâ
senin izlerin.
oturdum bir köşeye,
bir kahve tutuşturdular elime,
ama bu sıcak sıvı bile taşıyamıyor, Delire
hanın sessizliğinde hissettiğim ağırlığı.
Delire, fark ediyor musun?
ekim hâlâ içimde,
hanın gölgeleri hâlâ benimle,
ama buradaki ışıklar…
soğuk ve yapay
ve uzak.
camdan dışarıya bakıyorum,
taş sokaklar yok artık;
yerine beton ve metal,
ve bir zamanlar
seninle yürüdüğümüz yolların ruhu yok.
her nota,
her ışık
bana senin adını hatırlatıyor,
ama ulaşamıyorum sana, Delire.
ve işte yine söylüyorum ismini,
sessizce, içimden:
Delire…
biliyorum, burası senin değil;
biliyorum, Delire
buradaki insanlar senin varlığını anlamaz.
ama ben hâlâ bekliyorum,
solmuş yapraklarla,
sararmış dualarla.
hatırlıyor musun?
ekim hâlâ burada,
ve ben hâlâ buradayım,
senin yokluğunla,
ama hâlâ sana konuşur gibi
Delire...