30 Nisan 2025 Çarşamba

'Bulmak' Esas Olmasa...


‘Göğsüm daralıyor’ diyor usta fonda, yine baharın yüzü suyu hürmetine protest ruhum örseleniyor. Kendine hangi sonu yakıştırsan diğerinin hatrı kalır, diyorum, balkonumdan göğümdeki bulutlara göz kırparken. Yaşayadurmak… Dilimin yeni pelesengi bu. Yeniden dönebilirmiş gibi mutlansam ve bilmemek kuyusuna daldırsam bakracımı, öğrenmeye iştiyakımı da kör kuyulara gark etsem. Duymasam sesini tizlerin, bağırıp durmasalar kulağımın dibinde cehennemi harlayan hoyratlıklarıyla. Kabasabalık semtini silebilsem yönergemden, tali olsa mümkünse meydana varmayan sokaklarım. 

O kadar kalabalık ki her şey, o kadar kalabalık ki… Ekranda nefes egzersizleri yaptırıyor ruhun sırrına ermiş biri, inadına tutuyorum nefesimi. ‘Deriiin bir nefes al ağzından, sonra yavaşça salıver burnundan.’ Ben nefesi göğsümden alıyorum, vermeyi hep unutuyorum ama. İnşirah, diyorum sonra, inşirah. Açılsa göğüs kafesim, keder kuşları azad olsa oradan. Bir kalp taşıdığımı unutmak için bile fasılaya muhtacım. Onu diyorum sormayanlara, kalbim bir nefese satar kendini, hem nasıl bilseniz. 

Yine geldi kör olası bahar, yine saldı buhurunu havaya. İnadına hayranlığım ezeli alışkanlığım. Kıyamet senaryolarına tokadını atmakta tereddütsüz, kaldırım taşlarını kabartan köklerinden biliyorum ağaçları, çiçeklerin canı hep tez, umursamıyor birdenbire bastıran sağnağı. Görevine sadık tüm canların yanaklarından öpüyorum, aminler konduruyorum güzergâhlarına. Benim sadıklığımın telleri titriyor, bestesi yarım kalmış, yakışıksız tınılardan yaka silkmiş, salınıyor boşlukta. 

Sevdiklerimin dilinden hayata dair umutsuz cümleler dökülüyor, başımla tasdik edip gönlümle kederleniyorum buna. ‘Ölüm ne güzel şey’ diyor kızım, düşlerinde cenneti dünyadan uzağa, en uzağa düşürüyor. Bense dehşete düşüyorum bu gerçek karşısında. Oysa yaşam denen bu yolculukta bagajında sayısız umut biriktirsin istiyorum, en afili ‘amin’im buna. Kötülüğü kalbinden ışık yılı uzaklıklara öteleyen kalbinden öpüyorum O’nu da. 

‘Aşkın en onulmazından’ izler bulmalıyım, kırmalıyım bu çağın zincirlerine müptelâ kalpleri, umarsızca kırmalıyım, onarmak için sonra. Çağlara meydan okuyan hikâyelerin boynu bükük, biraz daha hatırlanmazlarsa yitirecekler kelimelerini. En çok da bundan korkuyorum galiba. Korkmamak mümkün müdür, insan hayatının bir yerinde sıyrılabilir mi bu duygudan, sıyrıldığında 'insan' kalabilir mi? Endişe, korku, cılız umutlar arasında salınan sarkaç, bembeyaz bir sayfa uğruna tüm günahlarını bir masuma bağışlayacak insanı ekseninden kaydırıyor. Günahsız yaşanmayacağını bilecek kadar çok kaldım bu dünyada. Bu yüzden bana iyiliği, bana kötülüğü yeniden hep yeniden tanımlayacak dostlar arıyorum; ikisi arasında yükselen ve alçalan duvarların dilini çözeceğimiz, çözdükçe ne kadar az bildiğimize ikna olacağımız dostlar.

'Bulmak' esas olmasa ne kadar çok ukdenin mührü kırılacak. 'Esas olan yoldur' diyen bilgeliği çoğaltsak, bizimle yürüyenlerin yolundaki taşları ayıklamak daha zahmetsiz olacak. Kusur seven kalbe yumuşaklık ihsan etse Rabb, 'ölü bir köpeğin dişlerindeki inci'ye hayranlık duyan 'söz'ün hikmeti parlayacak.. Önce söz olsa, sonra söz olsa, söz hep olsa...
Kulak gelir peşi sıra dil doğrultsa kemiğini, nasılsa gelir, inanırsak mutlaka. 


3 yorum:

  1. ``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
    Öyle değildi bu türkü bilirim
    Bir de içime
    -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
    Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
    Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
    Haberler bilirim mektuplar bilirim.

    Gamdan dağlar kurmalıyım
    Kayaları kelimeler olan
    Kırk ikindi saymalıyım
    Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
    Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
    Baştan ayağa ıslanmalıyım
    Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.

    İçimde kaynayan bir mahşer var
    Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
    Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
    Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
    Birden alıverirler kara haberini
    Okul dönüşü bir trafik kazasında
    Can veren oğullarının.

    Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
    Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
    Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
    Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
    Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
    Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
    Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
    İsyanın kapkara sularına dalan.

    Nice akşamlar bilirim ki
    Karanlığını
    Bir millet hastanesinde
    Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
    Başını kalorifer borularına gömmüş
    Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
    Haber sormaya korkan
    Genç kızların yüreğinden almıştır.

    Bir de baharlar bilirim
    Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
    Anadolu bozkırlarında
    İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
    Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
    Cesur otobüs pencerelerinden
    Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
    Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
    Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
    Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
    Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.

    Yazlar bilirim memleketime özgü
    Yiğit köy delikanlılarının
    İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
    Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
    Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
    Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
    Mavzerinin demirini alnına dayamış
    Yüreği susuzluktan bunalan
    İçinden mahpushane çeşmeleri akan
    Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
    Apansız silahına davranan
    Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
    Yazlar bilirim memleketime özgü

    Güzler bilirim ülkeme dair
    Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
    Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
    Kalbim gibi
    Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
    Titreyen kenar mahalle çocukları
    Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
    Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.

    Kadınlar bilirim ülkeme ait
    Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
    Göğüsleri Çukurova gibi münbit
    Dağ gibi otururlar evlerinde
    Limanlar gemileri nasıl beklerse
    Öyle beklerler erkeklerini
    Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.

    İsyan şiirleri bilirim sonra
    Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
    Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
    Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
    Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
    Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.

    Müslüman yürekler bilirim daha
    Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
    Eller bilirim haşin hoyrat mert
    Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
    Her kırışığı sorulacak bir hesabı
    Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.

    Bütün bunların üstüne
    Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
    Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
    Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
    Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
    Can kuşum, umudum, canım sevgilim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ah nasıl severim, mütemadiyen uğradığım bir duraktır. Böyle değildi benim şiirim bilirim, der içimdeki pusmuş insan sonra.

      Sil
  2. Bu yazı bana Erdem Bayezit'in şiirini yaşattı sanki..

    YanıtlaSil