O kadar kalabalık ki her şey, o kadar kalabalık ki… Ekranda nefes egzersizleri yaptırıyor ruhun sırrına ermiş biri, inadına tutuyorum nefesimi. ‘Deriiin bir nefes al ağzından, sonra yavaşça salıver burnundan.’ Ben nefesi göğsümden alıyorum, vermeyi hep unutuyorum ama. İnşirah, diyorum sonra, inşirah. Açılsa göğüs kafesim, keder kuşları azad olsa oradan. Bir kalp taşıdığımı unutmak için bile fasılaya muhtacım. Onu diyorum sormayanlara, kalbim bir nefese satar kendini, hem nasıl bilseniz.
Yine geldi kör olası bahar, yine saldı buhurunu havaya. İnadına hayranlığım ezeli alışkanlığım. Kıyamet senaryolarına tokadını atmakta tereddütsüz, kaldırım taşlarını kabartan köklerinden biliyorum ağaçları, çiçeklerin canı hep tez, umursamıyor birdenbire bastıran sağnağı. Görevine sadık tüm canların yanaklarından öpüyorum, aminler konduruyorum güzergâhlarına. Benim sadıklığımın telleri titriyor, bestesi yarım kalmış, yakışıksız tınılardan yaka silkmiş, salınıyor boşlukta.
Sevdiklerimin dilinden hayata dair umutsuz cümleler dökülüyor, başımla tasdik edip gönlümle kederleniyorum buna. ‘Ölüm ne güzel şey’ diyor kızım, düşlerinde cenneti dünyadan uzağa, en uzağa düşürüyor. Bense dehşete düşüyorum bu gerçek karşısında. Oysa yaşam denen bu yolculukta bagajında sayısız umut biriktirsin istiyorum, en afili ‘amin’im buna. Kötülüğü kalbinden ışık yılı uzaklıklara öteleyen kalbinden öpüyorum O’nu da.
‘Aşkın en onulmazından’ izler bulmalıyım, kırmalıyım bu çağın zincirlerine müptelâ kalpleri, umarsızca kırmalıyım, onarmak için sonra. Çağlara meydan okuyan hikâyelerin boynu bükük, biraz daha hatırlanmazlarsa yitirecekler kelimelerini. En çok da bundan korkuyorum galiba. Korkmamak mümkün müdür, insan hayatının bir yerinde sıyrılabilir mi bu duygudan, sıyrıldığında 'insan' kalabilir mi? Endişe, korku, cılız umutlar arasında salınan sarkaç, bembeyaz bir sayfa uğruna tüm günahlarını bir masuma bağışlayacak insanı ekseninden kaydırıyor. Günahsız yaşanmayacağını bilecek kadar çok kaldım bu dünyada. Bu yüzden bana iyiliği, bana kötülüğü yeniden hep yeniden tanımlayacak dostlar arıyorum; ikisi arasında yükselen ve alçalan duvarların dilini çözeceğimiz, çözdükçe ne kadar az bildiğimize ikna olacağımız dostlar.
'Bulmak' esas olmasa ne kadar çok ukdenin mührü kırılacak. 'Esas olan yoldur' diyen bilgeliği çoğaltsak, bizimle yürüyenlerin yolundaki taşları ayıklamak daha zahmetsiz olacak. Kusur seven kalbe yumuşaklık ihsan etse Rabb, 'ölü bir köpeğin dişlerindeki inci'ye hayranlık duyan 'söz'ün hikmeti parlayacak.. Önce söz olsa, sonra söz olsa, söz hep olsa...
Kulak gelir peşi sıra dil doğrultsa kemiğini, nasılsa gelir, inanırsak mutlaka.
``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’
YanıtlaSilÖyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.
Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.
İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.
Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.
Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.
Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.
Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.
Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi münbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.
İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.
Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.
Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.
Ah nasıl severim, mütemadiyen uğradığım bir duraktır. Böyle değildi benim şiirim bilirim, der içimdeki pusmuş insan sonra.
SilBu yazı bana Erdem Bayezit'in şiirini yaşattı sanki..
YanıtlaSil