9 Ocak 2020 Perşembe

Izdırap



Yürürken, bir kitabın sayfalarını karıştırırken amaçsızca, penceremden İpek Yolu’na bakarken ve hikâyesizliğine hayıflanırken içimden içimden; aklımda dönüp duran Söz: “Karizması olan bir şey varsa o da ızdıraptır.”

Izdırap... Dimağımda bıraktığı soylu tada vuruluyorum en çok. Tarifi imkânsız değil diyorum sonra. Bastığımız toprağı yabancılayışımız ve böyle olur olmaz kopması ilmeği hayatın.
Izdırabın sarayından kovulduğumuz günden beri tenimize değen hiç bir acı kâlbe nüfus etmiyor. ‘İçim acıyor’ diyen birine o kadar uzak düşüyoruz ki, o ‘iç’in çarçabuk acıları dinsin diye yapacağımız ilk şey bir terapistin kartını vermek oluyor. Sevdiğimizden yapıyoruz bunu, ‘iç’ini içimize akıtmasından deli gibi korkuyoruz hâlbuki.

7 Ocak 2020 Salı

‘Delilik sahrası’


“mecnun gibi sahrâ-yı cünûn içre yerim var
zülf-i gâm-ı leylâ ile bin derd-i serim var 
sevdâ-yı muhabbetle şakır bülbül-i aşkım
gülzâr-ı rûy-i yarda benim lânelerim var”


3 Ocak 2020 Cuma

Yürekle Zaman Arasında

İnsan malzemesi üzerine yazıyoruz, çiziyoruz, çözümlemeler yapıyoruz, kızıyoruz, küfrediyoruz, hayal kırıklıklarına uğruyoruz, sırtımızı dönüp gidiyoruz, olmadı yok sayıyoruz falan filan...

Eskiden... diye başlayan cümleler kurmayı çok seviyorum ya ben, yine aynı cümleyle başlayacağım kendimle konuşmaya.
Eskiden-yani iç geçirtecek kadar uzağımıza düşenden- evin her bir köşesinin bir sahibi ve her odanın bir mânâ yükü vardı. Er vakitte ahali teyakuz halinde yataklarından fırlar, herkes görevinin gereği neyse hayata oradan dalıverirdi ve boşluk olmazdı hiç yüreklerle geçen zaman arasında.